ÇALKANTILAR MUTLAKA İYİ SONUÇLAR DOĞURUR MU?

Siyasal, ekonomik ve sosyal açılardan “çok boyutlu çalkantı ortamı” denilebilecek bir ortam içindeyiz. Çoğu kimse, “birşeyler”in olup bu ortamın “birdenbire” değişeceğine inanıyor. Buna gerekçe olarak da insanların, belirli bir çizgiye kadar dolup, “böyle geldi ama böyle gitmemeli” diye düşüneceklerini gösteriyorlar.

Bu varsayım gerçekten de insana huzur ve güven veren bir tahmindir. Çünkü, içinde bulunulan ve insanı rahatsız eden koşulların değişeceği bir “taşma çizgisi”nin var olduğunu söylemektedir.

O halde, binlerce sorun, birdenbire tek soruna indirgenmiş olmaktadır: “henüz taşma çizgisine erişilmemiş olmak!”.. En güçlü sakinleştirici ilaç bile bu denli rahatlatıcı bir etki yapamaz!

Ama acaba gerçek böyle midir? Acaba kaç insan ya da toplum, yaşamlarını bu “taşma çizgisi”ne ulaşmayı bekleye bekleye yitirmişlerdir?

Acaba bu insanlar, “taşma çizgisi”nin sabit olmadığını, sorunlar arttıkça o çizginin de yavaş yavaş daha yukarılara kaydığını bilseler bu denli rahat olabilirler miydi?

Tarihe bir göz atıldığında, bu tür çizgilere çok nadir olarak erişildiği, onların da çok azının da -Fransız ihtilali gibi- mutlu sonuçlara yol açtığı görülecektir.

İnsanlığın yaşam tarihi evrimsel bir süreçtir. Aslında fizik Dünya da öyledir. En keskin gibi görünen çentikler dahi yakından incelendiğinde tedrici geçişlerden oluştuğu görülecektir.

İçinde bulunulmaktan şikayetçi olunan bir “durum”dan, daha özlenir bir başka “durum”a geçmek isteyenlerin bilmeleri gereken birinci kural budur.

İkinci yanlış kanı, çalkantıların mutlaka iyi sonuçlar doğuracağıdır. Çalkantıların doğası, düzensizliğin azalacağını değil aksine artacağını emretmektedir. Çevremizdeki herhangi bir “düzenli nesne ya da olay”a (benzin motoru, vergi sistemi ya da bir başkası) bakıldığında, “düzen”in ne denli seyrek, düzensizliğin ne kadar yaygın olduğu kolayca görülebilir.

Bir düzensiz “durum”un, çalkalana çalkalana düzenli bir “durum”a dönüşmesi, bir daktilonun tuşları üzerinde gezinen bir farenin tesadüfen bir şiir yazmasından daha büyük bir olasılık değildir. Hatırda tutulması gereken ikinci kural da budur.

Bu iki basit kuraldan çıkarılabilecek bazı somut sonuçlar da vardır: Mevcut toplumsal sorunların derinleşip, insanları bir taşma çizgisi’ne getireceğini, bunun ise bu sorunların çözümüne yol açacak iklimleri yaratacağını, bunun da dönüp bu çözüm söylemlerine sahip kişi ya da kurumları öne çıkaracağını beklemenin boşunalığı, bu sonuçlardan birisidir. Bu boşunalığın nedeni, sorunlar derinleştikçe bunların çevresinde yeni anlayış iklimlerinin de oluşması, böylece taşma çizgisinin yukarılara kaymasıdır.

Sorunlara ilişkin söylem sahibi kişi ve kurumlar bu gerçeği gözardı etmeksizin “iğneyle kuyu kazmaya” hazır olmalı, kendilerini birdenbire “aranır” yapacak bir sihirin bulunmadığını kabul etmelidirler.

Kaynar suya atılan kurbağanın derhal dışarı fırlaması, ama içinde bulunduğu su yavaş yavaş ısıtılan kurbağanın ise buna alıştığı ve bir süre sonra haşlanarak öldüğü deney, toplumsal sorunların rahatsız ediciliğine alışıp sonunda da yok olmanın çok güzel bir örneğidir.

Cuma, 03 Kasım 1995

Yorum Gönder