EN TEMEL İKİ DEĞER YARGIMIZI GÖZDEN GEÇİRMEYE HAZIR MIYIZ?

Cumhuriyetçiler -birinci ve ikinci-, demokratlar, laikler, laik olmayanlar, Kemalistler ve daha birçok ideoloji kesimi çeşitli yollarla mücadele ediyorlar. Belden aşağı vurulmadığı, yani demokrasi bizzat demokrasiyi ortadan kaldırmak için kullanılmadığı- sürece çoğulcu anlayış açısından bu sağlıklı bir durum sayılmalıdır.

Bu ideolojiler kuşkusuz birbirlerinden farklıdırlar, ama acaba bütün değer yargıları açısından mı yoksa az sayıda temel değer bakımından mı farklıdırlar ve eğer öyleyse onlar nelerdir?

Vatandaş-devlet, hatta devlet-devlet ilişkileri açısından bu ideolojiler arasındaki başlıca fark nerededir?

En çok yakınılan kamusal alan, eğitim alanı açısından üzerinde konuşulabilecek alternatif eğitim yaklaşımları acaba hangi temel değer farklılıklarının türevidir?

Örneğin, tüm öğrencileri potansiyel hırsız olarak varsayıp sınavlarda kopyaya karşı onları denetim altında tutan yaklaşım ile, bunu öğrencilerin öz-denetimine bırakan “onur sistemi” sınav yaklaşımı arasındaki temel fark nedir?

Öğrencilerin -ve de hiç kimsenin- kendi başına bir şey öğrenemeyeceğini, dolayısıyla bunun ancak “öğretme” yoluyla yapılabileceğini kabul eden anlayış ile, insanların yalnız ve ancak kendilerinin bir şey öğrenebileceğini, kendi dışlarından öğretmenin mümkün olmadığını kabul eden yaklaşımın temel farkı nerededir?

Bir resmi evraka adını soyadı yazan kişiye inanmayıp, bunu muhtar denilen ikinci bir kişiden doğrulatmasını isteyen anlayışla, kişinin beyanına güvenen anlayış arasındaki farkın esası nereden geliyor?

Bu değişik uçlardaki anlayışlar arasındaki farklar, iki temel değer yargısı açısındandır. Çeşitli yaşam kesitlerimize halen şu iki temel değer yargısı egemendir:

Tek doğrululuk: Kendi farklı “doğrular”ına sahip olsalar da, “tek doğrululuk” konusunda mutabık durumdaki toplum kesimleri, “göreceli doğrular”a dayalı alternatif bir değer yargısını reddetmektedir.

İnsan doğasına güvensizlik: İnsanın doğuştan doğru-iyi-güzel’e eğilimli bir varlık olduğunu kabul etmeyip, kendi doğru – iyi – güzelleri’ nin benimsetilmesini doğal ve insani bir haslet sayan çok yaygın anlayış.

Bu iki temel yargı açısından varsayımlarını tartışmayıp bunların türevleri -hatta türevlerin türevlerini- tartışan kesimler acaba bu yeni anlayışların olası sonuçlarını kabul etmeye ne denli razıdırlar?

Akıl var mantık var, benim ve benim gibi düşünenlerin dediklerinden farklısı yobazlık ya da Allahsızlıktır” diyenler, eğitim sisteminin içeriğinin buyurgan ve tek doğrulu yapısından yakınmaya hakları var mıdır?

Ya da “insanlar nelere ihtiyaçları olduğunu bilemezler; bir küçük çocuk ne öğrenmesi gerektiğini nasıl bilebilir” yargısına sahip bir kişi, öğrenme odaklı eğitime nasıl evet diyebilir?

Haydi gelin, şu iki değer yargısını benimsediğimizi düşünelim ve Türkiye’mizin hangi prangalardan kurtulup ilerlemeye başlayacağını düşünelim:

Doğruların göreceli oluşu; ortak yaşam alanlarındaki doğruların ise tarafların uzlaşısıyla belirleneceği,

İnsan doğasına güven; insanın doğuştan, doğruya iyiye ve güzele yönelimli olduğunun kabulü ile, ona ayrıca kendi doğru iyi ve güzellerimizi benimsetmenin gerekli ve de doğru olmadığı.

Mevcut anlayışlara sahip kişilerin bu alternatif anlayışları gerçekçi ve de kabul edilemez bulacakları neredeyse kesindir. Ama ne yazık ki tarih süreci bu gibi katı ve kendi doğrularından ayrılmak istemeyenleri öğüte öğüte işlemektedir.

Yorum Gönder