EĞİTİM DEVRİMİ “PROGRAM PARADİGMASI”NI AŞARAK GERÇEKLEŞEBİLİR..

M.K.Atatürk’ün ulusal vizyon olarak ortaya koyduğu “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak” hedefini uzun yıllar anlamamış, hatta epey abartılı bulmuşumdur.

Öyle ya, çağdaş uygarlık düzeyine “yaklaşmak”, “erişmeye çalışmak”, hadi olsa olsa “erişmek” de değil, “aşmak”!

Sözcük içeriklerine son derece hakim Mustafa Kemal’in bu vizyon direktifinde bir ifade yetersizliği olmadığını yıllar sonra anlıyorum. Söylenen şudur: Toplumumuz hemen her bakımdan çağdaş uygarlık düzeyinin çok altındadır. O denli altındadır ki, o düzeye yaklaşmak üzere geleneksel “yakalama” paradigmasıyla çabalaması olsa olsa kaynaklarını daha da tüketmesi anlamına gelir. “Yakalama” paradigmasının özü, öndekilerin izledikleri yöntemlerin onlardan daha hızlı olarak uygulanmasından ibarettir.

Atletizim yarışmalarında öndekini yakalamak ve sonra da öne geçmek isteyenlerin uyguladıkları yöntem, öndeki(ler)in tamamen aynıdır. Sadece onlardan daha hızlı olmak gibi bir yöntem seçilmiştir. Ama eğer aradaki mesafe bir kaç tur olmuşsa artık yakalama paradigması işe yaramıyacaktır.

Pistin ortasındaki alanı enine geçip öndekine yetişmeye de kurallar elvermediği için tek yapılacak, kadere boyun eğmekten ibarettir.

Toplumların gelişme yarışında ise, atletizimdeki gibi yetişip öne geçmeyi yasaklayan kurallar yoktur.

Mustafa Kemal, geleneksel “yakalama” paradigması ile aranın kapanamayacağını görmüş ve vizyon olarak aslında şunu ortaya koymuştur: “Paradigmalarınızı sorgulayın, değiştirin ve yakalamak takıntısından vazgeçip, öne geçmeyi ve mümkün kılabilecek bir paradigma bulun. Bu büyük uçurum ancak böyle aşılabilir.”

Eğer bu yorum duğru ise, çeşitli yaşam kesitleri içinde en kritik olanı yani eğitime uygulanma ile başlanması en doğrusudur. Çünkü gelişkin bir insan nitelik dokusu hemen her sorunun bir numaralı girdisidir.

Burada “nitelik dokusu” deyimiyle, toplumu oluşturan bireylerin “bilgi-beceri”, “zihinsel yetenekler”, “ruhsal sağlık” ve “ahlak” ögelerinin bileşkesi kastedilmektedir.

Hangi düzeyde olursa olsun tüm eğitim kurumlarımızda uygulanmakta olan eğitimin temel paradigmalarından birisi “programlar”dır. Kişilere öğretilmek istenilenler parçalanıp programlar haline getirilmekte, sonra da kişilere öğretilmeye çalışılmaktadır.

Günümüz Türkiye’sinde eğitimde yaşanan krizin nedeni bu benimsenmiş ve de hiç sorgulanmayan paradigmalardır. Sorgulanan, yalnızca okullaşma oranı, öğretmen maaşları ve üniversiteye giriş sorunlarıdır.

Bu paradigmanın çıkmazının köklerinde şu nedenler yatmaktadır:

İnsanlar-evrimlerinin bir gereği olarak- yalnız ve ancak kendi ihtiyaç duyduklarını öğrenirler. Kendi dışlarından gelen öğrenme taleplerini ise belleyerek geçiştirirler. Ama bunlar içselleştirilmediği için öğrenilemezler dolayısıyla da bir işe yaramazlar.

İnsanlar kendi belirledikleri bilgi ve beceri ihtiyaçlarını inanılmaz bir yetiyle öğrenirler. Tekrarlamadan ve ezberlemeden.

İnsanlar bilgi-beceri-davranış ihtiyaçlarını gerçek yaşam senaryoları içinde öğrenirler. Öğretilerin parçalanması, onları öğretmeye niyetlenenlerin işlerini kolaylaştırır, ama öğrenecek olanlar için anlamsızlaşır.

Bu üç ana neden, hangi paradigma dönüşümünün gerekli olduğunu göstermektedir. Başkalarını izleyerek değil, ihtiyacımız olan büyük sıçramayı sağlayacak olan yeni yaklaşım şu ilkelere dayalı olmalıdır:

Eğitimin, “program”ların tasallutundan kurtarılıp “bireysel öğrenme”ye dayandırılması,

Kişilerin kendi eğitsel ihtiyaçlarını kendilerinin belirlemeleri,

İnsan türü, milyonlarca yıllık evrimi boyunca bunlara hak kazanmıştır. Şimdi sıra, bu özgürlüklerin kendisine tanınacağı devrimlere sıra gelmiştir. Bu konuda gelişkin toplumların önüne sıçrayabilme şansımız vardır.

Yeter ki, “bu iş bizlerden sorulur”, “başka ülkelerde var mı?”, “bu bizim saygınlığımızı yok eder” gibi cüce düşünceler tutsaklığından kurtulabilelim. Yoksa üçüncü bin yılda hala okullaşma oranları, öğretmen eğitimi, okul binası yaptırma gibi işlerle uğraşıyor olacağız.

Yorum Gönder