ENFLASYON VE ÇIĞ ETKİSİ!

Uzun yıllardan beri ya anlaşılamayan ya da bilerek gözardı edilen bir gerçek var: Türkiye’de hemen her alandaki eksik rekabet koşulları, herhangi bir nedenle herhangi bir mal veya hizmete yapılan zamın aynen (hatta fazlasıyla) diğer alanlara yayılmasına ve bir “Çığ Etkisi” oluşmasına yol açar.

Günlük hayattan bir örnek: Taksi ücretlerini belirleyen maliyet ögelerinin hemen hepsine %100’e varan zamlar gelse ve bunun üzerine de derhal taksi ücretlerine % 100 zam yapılsa, bu durumda taksi sahipleri açısından zamlar ve ona bağlı enflasyon “yok” demektir. Hatta, taksi maliyetlerinin içinde benzin, parça, amortisman gibi %100 zamlanmış olabilecek girdilerin yanısıra, şoför ücreti gibi zamlanmamış veya %100’den daha az zamlanmış bileşenlerin de varlığı dikkate alınırsa, taksi sahiplerinin bu işten bir miktar karlı çıkmış oldukları da anlaşılacaktır.

Bazı işverenlerin, toplu sözleşmelerde -sendikanın istemeyişine rağmen- yüksek oranda ücret zammı yapmak isteyişinin nedeni de budur.

Böylece toplumun çok önemli bir kesimi zamlardan ve enflasyondan etkilenmemekte ama buna karşı beş çeşit istenmeyen olgu doğmaktadır;

  1. Zamlardan beklenen etkilerden en önemlilerinden birisi olan “tüketim eğilimlerinin frenlenmesi” mümkün olamamaktadır.
  2. Büyük bir kesim enflasyondan yapay olarak korunduğu için enflasyonla mücadele dışında kalmaktadır.
  3. Enflasyondan gerçekten koruması gereken kesimler daha ezilmekte ve sosyal çöl olgusu derinleşmektedir.
  4. Enflasyondan olumlu etkilenen -ve zaten güçlü olan- kesim daha güçlenmekte ve bir enflasyon lobisi yaratılmaktadır.
  5. Ve nihayet fiyatlar genel düzeyini artıran bir Çığ Etkisi tetiklenmiş olmakta, hiperenflasyon ve sonra da stagflasyon için uygun koşullar yaratılmış olmaktadır.

Bu konuda yapılan bir çalışmanın* sonucu şunu gösteriyor: Mal ve hizmetler içinde öyleleri vardır ki (bunlara kritik mal ve hizmetler diyorum), bunların fiyatlarına yapılacak %x oranında bir zam, fiyatlar genel düzeyini %x’ten de fazla artırabilir. Benzer şekilde, bu kalemlerin fiyatlarında yapılacak %x oranındaki bir indirim, fiyatlar genel düzeyinde %x’ten daha fazla bir azalmaya yol açar.

Bu, ilk bakışta inanılamayacak gibi görünüyor. Ama, düşünüldüğü zaman niçin böyle olduğu anlaşılabiliyor. Birbiriyle karşılıklı olarak girdi-çıktı ilişkisine sahip mal ve hizmet ürünlerinden birisine herhangi bir nedenle zam yapıldığında -ki bu tamamen haklı nedenlerle olabilir-, onu girdi olarak kullanan kalem(ler)in fiyatlarının de eski denge durumuna gelebilmesi için zamlanmaları gerekir. Bu olgu herkes tarafından bilinmektedir.

İlginç olan nokta bundan sonra başlamaktadır: İlk zamlanan ve başka mal ve hizmet ürünlerine girdi olan kalem bu defa, zamlanan kalemlerden girdi olarak kullandıklarının (varsa) fiyat artışları nedeniyle “yeniden” zamlanmak durumunda kalmaktadır.

Sihirli nokta budur. Çünkü hemen anlaşılabileceği gibi bu döngü sonsuzdur. Yani ilk duruma geri dönülmüş olmaktadır. Bu defa ilk kaleme ikinci bir zam daha yapılmak zorunda kalınacak ve döngü işlemeye başlayacaktır.

Tabii ki, her döngü sırasında yeni dengelerin oluşması için daha az oranda bir zam yapılmak gerekecek ve bu nedenle fiyat artışları sonsuza varmayıp bir yerde doyacaktır.

İşte soru buradadır: Doyum noktası (satürasyon) nerede duracaktır? Bu, ilk zamma göre kabili ihmal bir fark mı yaratır yoksa bir çığ etkisi başlatabilir mi?

Eğer mal ve hizmetler, bu basit örnekte olduğu gibi yalnızca 2 adet olsaydı, muhtemelen bir çığ etkisi olmayacaktı. Gerçekte ise ekonomiyi temsil edebilecek mal ve hizmet ürünlerinin sayısı daha fazladır. DİE modeline göre 65 kalem ile temsil edilebilmektedir (DİE I/O tablosu).

Örneğin ücretler, hemen tüm mal ve hizmetlere girdi olmakta, aynı zamanda onları girdi olarak da kullanmaktadır. Ücretlere yapılan bir zam, ilk döngü sırasında makul ölçülerde başka mal ve hizmetlere yansımakta, fakat ondan sonra bunları kullanmak durumunda olan ücretli, bu çok sayıda girdinin zamlanmasından doğan büyük etki altında bunalarak yeniden ücret zammı talebi geliştirmektedir. Ücret taleplerinin bir türlü bitmek bilmeyişi insanların açgözlülüğünden değil, deniz suyu içerek susuzluk gidermeye pek benzeyen bu ölümcül süreçten kaynaklanmaktadır.

Şu gerçeğin unutulmaması lazımdır: Temel mal ve hizmetlere yapılacak zamlar, bu mal ve hizmetleri kullanan ürünler piyasasında eğer eksik rekebet var ise yalnızca Çığ Etkisi yaratmaya yarar.

Ülkemizde, girişimciliğin devlet eliyle engellenmesi nedeniyle rekabet koşulları bir türlü gelişememektedir.

Taksi ve ekmek fiyatlarının belediyelerce belirlenmesi yetmiyormuş gibi, bu piyasalara yeni gireceklerin yine devlet marifetiyle sınırlanması, bu kesimlerde rekabeti yok etmiştir. Rekabete son derece açık bu kesimde rekabetin zorla önlenmesi , bunun devlet eliyle yapılması ve de bunun serbest piyasa adına yapılması yalnızca bizim toplumumuza has bir acayiplik (başkasına dilim varmıyor) dir.

Girişimcilerin yapabileceği işlerin, girişimcilerden alınan vergilerle maaşları verilen kamu görevlilerince yapılmaya kalkışarak (ve de yapılmayarak) engellenmesi, ülkemize özgü bir kollektivizm türüdür.

Fiyat ve ücretlerin serbest oluşumu, serbest rekabet ekonomisinin bir ayağıdır. Ama öbür ayağıda rekabettir.

Eksik rekabet koşulları altında enflasyonla mücadele ise önce ücret ve fiyat oranlarının geçici süreyle sınırlanıp Çığ Etkisi’nin durdurulması, bu arada kazanılan zaman içinde ise süratle üretim ve girişimciliğin önündeki engellerin kaldırılmasıyla olur.

Bu durumda ne yapılmalı?

1976 yılında Kanada’da uygulanan ve 2 yıl içinde olumlu sonuç veren “ücret ve fiyat artış oranlarının sınırlanması” önlemi, bu çığ etkisini kontrol altına almanın etkin bir yoludur. Bunun yapılmadığı hergün, ücret ve fiyat artış oranının değil bizatihi ücret ve fiyatların dondurulmasına yaklaşılıyor demektir.

Liberal ekonomik sistemin rafa kaldırılması demek olan bu “dondurma” işlemine zorunlu olarak başvurmak istemiyorsak artış oranlarını sınırlamak zorundayız.

Bu sınırlama, çalışan ve çalıştıranlar arasındaki bir uzlaşmaya dayanmalıdır. Çalışan kesimlere bu Çığ Etkisi olgusunu anlatmalı ve sınırlanmamış ücret artışlarının, çalışanların kendi elleriyle kendi paralarını çalmak demek olduğu bilinci verilmelidir.

Piyasa ekonomisini benimsiyorsak, onu bozan en büyük etkenlerden biri olan Kronik Enflasyona karşı bu önlemi almalıyız. Aksi halde sistem daha acı ilaçları kendisi üretecektir.

İkinci yapılması gereken, “biz kimseyi enflasyona ezdirmeyiz” söyleminin ne demek olduğunun anlaşılmasıdır.

Türkiye’de uzun süredir kullanılan ve artık hemen herkesin doğruluğuna inandığı bir sav, “ücretlilerin enflasyona ezdirilmemesi için, enflasyon oranından daha yüksek ücret zammı” verilmesidir. Yalnız kamu kesiminin değil özel sektörün de benimsediği bu yaklaşımın, kronik enflasyonunun önemli bir nedeni olduğu henüz görülememekte, görenler ise ücretlilerin tepkisini çekmemek için seslerini çıkarmamaktadırlar.

Kamu ve özel sektör, yaptığı ücret zamlarını biraz da fazlasıyla ürünlerinin fiyatlarına yansıtarak kendilerini enflasyondan korumaktadırlar.

Çalışanlar ise enflasyondan daha yüksek zamlarla enflasyondan korunmaktadırlar. Tarım kesimi ise taban fiyat uygulamasıyla enflasyonun dışında tutulmaktadır.

Devlet memurları ise katsayı yoluyla enflasyonun etkisini telafi etmektedirler. Bütün bu kesimler için hayat pahalılığı var, fakat pratik olarak enflasyon “yok”tur.

Böylece enflasyonla mücadele etmesi gereken insanlarımızın çok büyük bölümü enflasyondan korunmaktadır.

Bu kesimlerin dışında kalan ve enflasyonun ağırlığını -fazlasıyla- taşıyan, çok küçük kuruluşlarda çalışan sendikasız ve vasıfsız işçi, işsiz, maliyetini fiyatlarına yansıtamayacak güçteki küçük esnaf -ki bir bölümü fiyatlarını ayarlayarak kendisini korumaktadır- ise enflasyonun gerçek kurbanlarıdır.

Ücret artışlarının kronik enflasyonu besleyen ve tekrar tekrar fiyat artışlarına ve ücret artışı baskısına yol açan bir “spiral” olduğu matematik olarak gösterilmiştir*.

Fiyat artışlarındaki bu “çığ etkisi” ve neden olan az sayıda mal ve hizmete kritik ürünler adı verilmektedir. enflasyondan tamamen farklı bir olgu olan “kronik enflasyon”a bu gözlükle bakıp, “işçimizi köylümüzü enflasyona ezdirmeyiz” demenin, aslında, “biz enflasyon ile mücadele etmeyeceğiz” demek olduğunu anlamamız gerekmektedir.

Üçüncü olarak yapılması gereken, hayat pahalılığı, çevrimsel enflasyon, kronik enflasyon gibi üç temel kavramın geniş yığınlara anlatılması, enflasyonun bir canavar tarafından yaratılmadığını, böyle bir canavarın bulunmadığını geniş kitlelere anlatmaktır.

1976 Kanada tecrübesinde bile, eğitim düzeyi bizden bir hayli yüksek olan Kanada’lılara bu olguların anlatılması için sloganlar aranmış ve “bedava yemek yok!” sloganı benimsenmiştir.

Nihayet tüm toplumumuza şu gerçek benimsetilebilmelidir: Üretmeden tüketmenin faturası enflasyon başta olmak üzere tüm sosyal hastalıklardır. Ve şu anda bu imkansızı başarmak üzere toplu olarak çabalamaktayız!

20 Eylül 2001

Yorum Gönder