BİR OKUR MEKTUBU ÜZERİNE!

Yaşamı boyunca 1500 civarında icat yapmış olan Thomas Alva Edison’a bir hayranı “üstat, bu ne müthiş bir zeka!” biçiminde bir iltifatta bulunur. Edison’un yanıtı ilginçtir: “Zeki olup olmadığım konusunda bir şey diyemem. Ama eğer icatlarımı kastediyorsanız onların yüzde doksan dokuzu ter, yüzde biri de şanstır”..

Herkesin hayranlık duyduğu Amerika’nın kısa tarihi sokaktaki insanımız tarafından pek bilinmez. Rekabet olgusunun nasıl olup da Dünya’nın dört bir yanından gelen yetmiş iki buçuk millete bu denli egemen olabildiği, neredeyse bu farklı kültürdeki insanlarda bir kültürel genetik oluşturduğu, Oklahoma’daki sahipsiz arazilerin halka dağıtılma biçimini bilmeyenlerce bir gizem olarak görülebilir.

Abraham Lincoln ve Thomas Jefferson gibi iki başkanın aynı zamanda birer mucit oldukları, Lincoln’ün 0062 nolu patentin sahibi olduğu, ilk işi patent ofiste icat incelemek olan Jefferson’un ise dış işlerinden sorumlu olduğu yıllarda, her akşam üzeri ofisinde icat başvurularını inceden inceye okuyup değerlendirdiğini bilmeyenler, niçin o insanların haftada 6000 civarında icat yapıp para keserken, bizim 120 yılda ancak 6000 icat yapabildiğimizi anlamakta güçlük çekebilirler.

Yurt dışında yıllarını geçiren çok insanımız vardır. Bunların bir bölümü resmi devlet görevleri için giderler ve de dönerler. İçlerinde mutlaka, gittiği ülkelere derinlikli bakabilen çok kimse vardır. Bir bölümü de gittikleri gibi dönerler, ömürlerinin geri kalan kısmında da oralardaki insanların ne denli medeni, buradakilerin de ne olmadığını anlatır dururlar.

İşte, gidip de boş gözlerle etrafına bakınmayan okurlarımızdan birisinin bazı gözlemlerini içeren bir mektubu:

Dün gece televizyonda “Tarih” kanalında çok güzel bir dökümanter seyrettim: Modern Marvels: Transcontinental Railroad, California to Nevada. Amerikan”Ic Savasindan”dan sonra hükümet tarafıdan finanse edilen bu proje 1862’de Sacremento California ve Omaha Nevada dan aynı anda “Union Pasific Railway” ve “Central Pasific Company” adlı iki şirket tarafından başlıyor ve 1869’da bitiriliyor.

Müthiş bir hikaye. Tabi Amerikalıların tarihe klasik yaklaşımı ile anlatılıyor bu mühendislik macerası. Yani günahlarıyla, hiç acımadan açıklarıyla ve sevaplarıyla hiç alttan almadan. Bu müthiş mühendislik harikası, insan doğa ve hayvan soykırımı ile el ele gidiyor. Yedi sene süren bu mücadele sırasında insanı hayrete düşüren hatalar ve mucizelerle tren yolu tamamlanıyor. Tabii her şey belgelendiği ve fotoğraflandığı için nasil bir proje olduğunu anlayabiliyorsunuz.

Sierra Nevada sıra dağlarına yapılan tünel resmen iğne ile kuyu kazmaya taş çıkartacak hızda bitiriliyor. En görkemlisi, Sierra’nin granit zirvesinin altına yapılan tünel: Dağın iki tarafından baslanılan delme, 24 saatte 8 inç hızında ilerliyor. Tabi bu arada doğanın güçleri ile kıyasıya bir mücadele var. İsçilerin üstlerine cığ düşüyor, kar fırtınaları durmak bilmiyor ama işçiler hep ilerliyor. Demir yolunun üzerindeki karı küremek için yeni bir takım araçlar geliştiriyorlar. Ya da Utah eyaletinde susuzluktan her 14 milde bir su tankları ve suyu kuyulardan yukarı pompalamak içinde rüzgar değirmenleri inşa ediyorlar. Yani tüm yol boyunca bir buluş ve “challenge” kaynağı olan bir mühendislik projesi gerçekleşiyor. Biz Anadolu/Türk kültürü olarak, yendiğimiz savaşlarla öğünürüz. Bu Transcontinental Railroad insai da aynı bir cihad gibi, tükenmez bir inanç, üstün çaba ve çalışma örneği. Belki de her ülke her kültür, cihad-kahramanlık “kotasını” tarih boyunca öyle ya da böyle bir şekilde dolduruyor. Ya Viyana kapılarına kadar ya da Sierra Dağları içinden!!

Buraya kadar hikayenin bir yüzü, diğer tarafı ise yüz kızartacak bir utançlar silsilesi. Bütün bu demiryolu insai Amerkan Yerlilerinin topraklarında oluyor. Ve bu arada kızılderililerinin tek geçim kaynağı olan buffaloları da isçileri beslemek icin her gün onlarcasını öldürüyorlar. 1800’ler başında sayısı milyonları bulan, Amerika’nn bir başından bir başına göç eden bu hayvan türü kısa bir süre önce yok olmaya aday türlerden biriydi. Neredeyse ineğin yok olması gibi!!

Geçtiğimiz yaz Kansas’a gittiğimde korumaya alınmış Buffalo sürülerini gördüm, çok fazla değil bir kaç yüz hayvan. İnanılmaz büyüklükteki bu hayvanların yüzlerinde bir içe dönüklük var, belki de soykırıma uğradıkları için! Ayrıca buffalolar hakkında önemli bir bilgi. Yerliler bu hayvanları bizim modern anlamda hayvancıkla gütmüyorlar. Yerliler bu sürülerin göç yollarında onları takip ediyorlar, yani buffalolar nereye gidiyorsa onlar da oraya taşınıyorlar. Ve yiyecek giyecek ihtiyaçları için bu hayvanları avlıyorlar ve bu hayvanlar onların var olmasına yardımcı oluyor. Ayrıca tren yolunun güzergahı üstündeki ormanlar yok ediliyor. Kızılderililer bu durumdan hiç memnun olmadıkları için isçilere saldırıyorlar ve tabi hepsi öldürülüyor.

Amerikanın tarihe bu iki yönlü bakışı çok da eski değil. Vietnam Savaşından hic kimse bahsetmemeye çalışıyordu, ırkçılıklarını pek telaffuz etmiyorlardı ama 1980 sonlarından beri Amerika’da tarih artık başka okunuyor. Yukarıdaki tren yolunun hikayesinin iki tarafı da böyle. Amerika bu şekilde yaratılmış. Herkes kendi tartısına koysun bunları ve tartsın.

Sivas-Erzincan demiryolunun hangi güçlüklerle açıldığını bilen ya da okuyanlar için benzer bir hikaye gibi gelebilir. Ama medeniyetlerin nasıl kurulduğunu göstermesi ve bunların gelecek kuşaklara nasıl aktarılması gerektiğine örnek arayanlar için çok da öğretici olabilir.

Cumhuriyetin 100ncü yılını kutlama programının tasarımını yapacaklara -eğer anlamak isterlerse- epey ipucu var.

Yorum Gönder