İÇ BARIŞ BİLDİRGESİ !

Ekonomi konusunda doğrudan Tanrı ile iletişim kurup tüm ekonomik doğruları vahiy yoluyla elde edebilen bir kadro yurdumuza indirilse ve fakat halkımız laik-şeriatçı, Türk-Kürt, Çalışan-Çalıştıran, Alevi-Sünni gibi en az 8 kesimin kendi aralarındaki çeşitli kombinezonlarına göre parçalanıp kutuplaşmış olsalar (örneğin laik-Türk-Sünni İşçiler ile Şeriatçı-Kürt-Alevi İşverenler gibi) bu kaostan kim karlı çıkar?

Bir zamanlar Dünyanın başına dert olan Stalin, Mussolini ve Hitler için anlatılan bir fıkra vardı: “Bir sandalda bu üç kişi balık tutarlarken birden fırtına çıkıp sandal devrilse acaba kim kurtulur?” şeklindeki sorulu şakanın cevabı meğerse “Bütün Dünya kurtulur!” imiş..

Benzer biçimde, “yukarıda sözü geçen kaostan kim karlı çıkar?” sorusunun en gerçekçi yanıtı da herhalde, “düşmanlarımız hariç hiç kimse!” dir.

Bunun oldukça basit, ama bir o kadar da sağlam bir nedeni vardır: Giderek kalabalıklaşıp Dünya kaynaklarıyla bir türlü yetinemeyen insanlar artık Dünya’ya sığmamakta, bir karış verimli toprak parçası için litrelerce kan akıtmaktan çekinmemektedirler.

Bu dehşet dalgası kah ekonomik rekabet, kah terörizm, kah etnik çatışma manüpülasyonu biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu dalgaya, birbiriyle uzlaşmayı reddedip yalnız kendi doğrularının motiflerini içeren bayraklarını dalgalandırmak isteyen hiç bir kesim -ama hiçbir kesim- karşı koyamaz.

Bu rekabet savaşı, tüm insanların tüm yetenek ve becerileri arasında başlamış bir III Dünya Savaşı’dır. Bu savaşta akıllı akılsızı, çalışkan tembeli, bilgili bilgisizi, icat yapan yapamayanı, az uyuyan çok uyuyanı, sağlıklı sağlıksızı, uzlaşabilen uzlaşamayanı, yani özetle “iyi” “daha az iyi” yi (dikkat! yalnız “iyi olmayan”ı değil) yok etmek amacındadır.

Bu kanun, Evren’in en eski kanunudur ve adı da “doğal seçim” dir..

İşte, Dünya’daki bu acımasız rekabet savaşından habersiz, kendi küçük dünyasındaki değerlerin ölesiye savunuculuğunu yapan, ortak çıkarları bulunan kesimlerle uzlaşmayı reddeden tüm kişi, grup ve hatta uluslar yok olacaktır.

Bu bir kehanet değildir. Kendi dünyasını bir günlüğüne terkedip etrafta neler olup bittiğine objektif bakabilen herkes -eğer çok aptal değilse- bu katı gerçeği görebilir.

Peki, ya görmez, göremez ve de kendi değerlerini herkese dayatmaya kalkarsa ne olur? Onaltı devlet kurmuş insanlarımız, Dünya yüzünde herhalde ne olacağını en iyi -ve acı- biçimde anlamış toplum olmalıdır!

Bu gerçekleri idrak edebilenler, henüz edememiş olanlara anlatmalı ve onlarla birlikte idrak etmek istemeyenleri ikna etmelidirler.

Buna göre;

TOPLUM KESİMLERİNE BİLDİRGE !

Tüm kesimlere

  1. Siz ve gelecek nesillerinizin bu topraklar üzerinde yaşamasını istiyorsanız, bugüne kadar sarıldığınız “Evet-Hayır / Siyah-Beyaz Mantığı” nı terkediniz. Onun yerine, yeni bir mantık sistemini -ne denli zor gelirse gelsin- benimseyiniz.

Bu yeni mantık sisteminde siyah ve beyazlar değil, gri’nin çeşitli tonları vardır.

  1. Kendi değerlerinize yakın olan kesimlerle biraraya gelip, sürekli olarak birbirinizle iletişim kurarak diğerlerini dışlamak, onları etkisiz kılacak planlar yapmaktan vazgeçin.

Yarın sabahtan itibaren her tesettürlü bir başı açıkla, her Kürt bir Türk’le, her Alevi bir Sünni ile, her çalıştıran çalışanlarıyla yakınlık kurup ortak çıkarlarının ne olduğunu, o çıkarları nelerin tehdit ettiğini aramalıdır. Bunun adı “uzlaşma” dır.

“Uzlaşma” ‘dan kasıt!

Uzlaşma, farklı yönde çıkarlara sahip tarafların, bu çıkarlarına esas olarak kabul etmiş olageldikleri koşulları gözden geçirmeye razı olmaları ve bu gözden geçirmenin sonunda o koşullardan bir kısmını veya tamamını değiştirmenin kendi çıkarları açısından gerekli olduğuna ikna olmaları ve böylece tarafların çıkarları arasındaki aykırılığın azalması, hatta tamamen aynı yönde çıkarlara sahip olmaları ve ondan sonra da çıkarlarını korumak için işbirliği yapmaları demektir.

Bu uzun tanımdan hemen çıkarılabilecek pratik bir sonuç, çeşitli konularda karşıt tutumlar içinde bulunan tarafları korkutarak, tehdit ederek ya da benzeri zorlama yollarla uzlaşmanın sağlanamayacağı, olsa olsa kutuplaşmanın daha da keskinleşeceğidir. Yani zaman zaman yetkililerin ağzından duyduğumuz “uzlaşmazsak batarız” gibisinden korkutmaların hiçbir yararı olamaz.

Politikacılarımıza,

  1. Çoğunuzun benimsemiş bulunduğu, “kamu pastasının, yandaşlarınız arasındaki paylaştırılması” biçimindeki geleneksel siyaset anlayışının bittiğini, artık bununla oy toplayamayacağınızı idrak ediniz.

Son yerel seçimlerdeki sonuçları böyle yorumlayınız ve artık halkın, sizlerin küçük hesaplarınıza dayalı içi boş vaatlerinizi, çürütmeci tavırlarınızı dinleyip, görmek istemediğini anlayınız.

Bu sonuçların hiçbir -ama hiçbir- partiye verilmiş bir pirim olmadığını, ulusumuzun sizden daha öne geçip arzularını böylece dile getirdiğini anlayıp göğsünüzü yumruklamaktan vazgeçiniz.

  1. Bir daha seçilme hedefinizi bir yana bırakınız. Bu koşullarda bir daha seçilmeniz dahi ne size ne başkalarına yarar sağlamayacaktır.

Vaktinizi ve enerjinizi bir daha seçilmek için değil, birilerinin -belki sizin de- seçilebileceği koşulları pekiştirmek için harcayınız. Çünkü artık o koşullar bozulmuştur.

Sizi seçmiş olanların beklentileri, “bütün” ün beklentilerine aykırı ise, bu kısır beklenti sahiplerine “kusura bakma” demesini öğreniniz.

Laik düşüncelilere,

  1. Laikliği doğru anlayınız. Laikliğin, yalnız sizin gibi düşünenlerin bir klübü olmadığını, “herkesin, bireysel yaşamında inançlarına, toplu yaşamda ise akılcılık kurallarına göre hareket etmesi ve değişik inançta kişiler topluluğu demek olan bir ulus halinde bunun, kaçınılmaz olarak doğan bir zorunluk olduğunu” anlayınız ve bunu böylece anlatarak, niyetinizin inançları dışlamak değil aksine onların korunması olduğunu ifade ediniz.

  2. Laikliği, bizzat onu tahrip etmek amacıyla kullanmak isteyebilecek olanlarla, laikliği anlamadan sırf bir kesime karşı olmak için savunmaya çalışanların sonuç itibariyle birbirinden farklı olmadığını biliniz ve bunları gerçek laiklerle karıştırmayınız.

Unutmayınız ki, bir davayı ona zekice karşı çıkanlar değil ahmakça savunanlar kaybettirir..

  1. Laik ve aynı zamanda da inançlı olmanın mümkün olduğunu, gerek “laikçilik” gerekse “şeriatçılık” dogmalarından kurtulmanın çaresinin “inançlı laikler” olduğunu ve sessiz çoğunluğun aslında “inançlı laikler” olduğunu biliniz.

Şeriat düzenini savunanlara,

    1. İslam dininin en sade ve en akılcı din olduğunu, Allah’a iman etmenin gerek ve yeter koşul olduğunu, bunun dışında koşul bulunmadığını, ek koşul koymanın bizatihi islama aykırı olduğunu idrak ediniz.

    2. Ayrıca, bir toplumda herkesin aynı inancı paylaşmasının beklenemeyeceğini, bir kısım insanın inançsız dahi olabileceği gerçeğini içinize sindiriniz ve “islamda zorlama yoktur”un anlamını, onu saptırmadan anlayınız.

    3. İslamı, bizzat onu tahrip etmek amacıyla kullanmak isteyebilecek olanlarla, islamı anlamadan sırf bir kesime karşı olmak için savunmaya çalışanların sonuç itibariyle birbirinden farklı olmadığını biliniz ve bunları gerçek inanç sahipleriyle karıştırmayınız.

Bir davayı ona zekice karşı çıkanların değil ahmakça savunanların kaybettirdiğini sizler de unutmayınız..

    1. Laik ve aynı zamanda da inançlı olmanın mümkün olduğunu, gerek “laikçilik” gerekse “şeriatçılık” dogmalarından kurtulmanın çaresinin “inançlı laikler” olduğunu ve sessiz çoğunluğun aslında “inançlı laikler” olduğunu biliniz.

Kürt ve Türk vatandaşlara,

      1. Yüzyıllar süren birlikte yaşamımız sırasında saf Kürt (ve saf Türk) kalmadığını biliniz.

      2. Kürt ya da Türk ama T.C. vatandaşı olmanın mümkün olduğunu, gerek “Kürtçülük” gerekse “Türkçülük” dogmalarından kurtulmanın çaresinin “T ü r k ü r t” kavramı altında yattığını unutmayınız ve buna katılıyorsanız yüksek sesle ifade ediniz, ifade edenleri destekleyiniz, onları yalnız bırakmayınız.

      3. Türkiye’den ayrılmak gibi bir idealin, Kürt olarak çıkarlarınıza; Güneydoğu’yu ayırmak gibi bir idealin ise Türk olarak çıkarlarınıza aykırı olduğunu; bunun yalnızca sizleri sömürmek, birbirinize düşürmek ve bu yolla yaşadığınız topraklardan sizleri atıp oraları kontrol altına almak isteyenlerin tarihsel rüyası olduğunu anlamak için biraz tarihe bakınız, aydınlarınızın bakmasını isteyiniz.

      4. Güneydoğu ve Doğu topraklarındaki ekonomik refahın dileğinizce gelişmemiş olmasının, etnik köken farklılıklarından değil, biraz oraların doğal koşullarından, büyük ölçüdeyse toplum olarak sorun çözme becerimizin yetersizliğinden kaynaklandığını biliniz.

Oraları kalkındırmanın ancak insanları daha nitelikli hale getirmekle mümkün olabileceğini, onun dışında hiçbir yatırımın “insana rağmen kalkınma” sağlayamayacağını, nitelik kazandırma konusundaki geleneksel yetersizliğimizin yalnız Kürt’leri değil, tüm insanlarımızı olumsuz etkilediğini, bugün bile bunun tam idraki içinde bulunmadığımızı ve eğer bu ters talihi yenebileceksek bunun kavga değil akılcılık yoluyla olabileceğini unutmayın.

      1. Tarihten bu yana gelen kültürel zenginliklerinizle övünmeli, ama buna ancak yeterince önem vermelisiniz. Geçmişin koşullarına göre zengin bir dil de sayılabilse, Kürtçe’nin bugünün ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak olduğunu, yalnız Kürtçe’nin değil bugün birçok dilin medeniyet ürünlerini anlamaya ve ifade etmeye yetmediğini biliniz.

      2. Nihayet, etnik kökeni sizinkiyle aynı olmayanlarla konuşup, ortak çıkarlarınızın farkına varınız.

Kürtçü ve Türkçü’lere,

Etnik saflığı savunmanın ahmakça bir ideal olduğunu, tarihte bu işi yapmak isteyen çok zeki ve becerikli liderlerin (ve ırkdaşlarının) dahi bunu başaramadığını ve bugün onların hala lanetlendiğini unutmayınız.

Hükümetlerimize,

  1. Bakanlar Kurulu’nu 7 kişiye indiriniz.

  2. Üyesi bulunduğunuz partiye oy toplamak için, çeşitli kesimleri (laik, şeriatçı, Türk, Kürt, Alevi, Sünni gibi) istismar etmeyiniz.

  3. Terörün hiçbir türüne müsamahalı yaklaşmayın. Herhangi bir nedenle, terörün bir çeşidine daha yumuşak karşılık vermeniz, sizin diğer terör çeşitlerini desteklediğiniz anlamına gelir.

  4. Terörle mücadele sırasında atılan her merminin, vurulan her copun, söylenen her kötü sözün, hedefinden daha geniş bir alanda reaksiyoner insanlar yarattığına, terör örgütlerinin bu gerçeği idarelerden daha iyi bildiğine ve bunu kullandıklarına dikkat ediniz.

  5. Sivil ve askeri güvenlik güçlerinin, sorunları bireyselleştirerek intikam duyguları içine yuvarlanmalarının, terörü tırmandıracak en önemli neden olduğunu unutmayınız.

Her yangın, belirli bir sıcaklığa eriştikten sonra, üzerine sıkılan suyu ayrıştırır ve su, yangını körükleyen bir yakıt haline gelir. İtfaiye erlerinin bildiği bu basit gerçeği, terörle mücadele anayasasının başına yazınız.

  1. Sivil güvenlik güçlerimiz, toplum olayları için eğitimsizdir. Bu, toplum olaylarını çığrından çıkarabilecek bir zaaftır. Bu zaafı genelgelerle değil, ancak eğitimle giderebilirsiniz.

  2. İyi polisin iyi yönetici olacağını sanmayın. Güvenlik yönetimi’ nin iş yönetimi’nden farkı yoktur. Yöneticilerinizi ya buna göre seçin ya da buna göre yeniden -ve hızla- eğitin.

  3. Laik-antilaik ve Güneydoğu sorunu da dahil Görünen Sorunlar’ı Kaynak Sorunlar’dan ayırın. Sorunlara yol açan nedenleri gidermeden, “kurcalama” yoluyla -ne denli kararlı olursanız olun- onları çözemez, olsa olsa yeni sorunlar yaratırsınız.

  4. Sorunların, tek kaynaklı olmadıklarını ve bu nedenle de tek araçlarla çözülemeyeceklerini bilin. Askeri gücü bu bilinçle ve ancak gerektiği yerde, yani sınır güvenliğimizin sağlanmasında kullanın. Terörle mücadeleyi ise özel eğitilmiş sivil güvenlik güçleriyle yapın.

  5. Terör ve fanatik akımlara katılan gençlerimizin çoğu, işsiz gençler arasından çıkmaktadır. Yaygın bir Beceri Kazandırma ve yerel potansiyelleri değerlendirerek gelir ve iş yaratma, gençlerimizi bu çıkmazdan kurtarabilecek tek yoldur.

Bu amaçla, bir yıldır TBMM’de beklemekte bulunan Girişim Destekleme Şirketleri yasası teklifini süratle yasalaştırın.

Buna paralel olarak, ikibuçuk yıl önce hükümete tevdi edilmiş bulunan Beceri Kazandırma Politikası’nı aynen uygulayınız.

  1. Sıkıntılarını, şikayetlerini etkin biçimde dile getiremeyen insanların tarih boyunca kullanageldikleri tek kanal “kamu düzenine başkaldırma”dır.

Bu gerçeği görünüz ve:

    1. Tüm yerel yönetimlerin ilk ve tek vazgeçilmez görevinin iyi çalışan birer “Şikayet Sistemi” kurmak olduğunu,

    2. Ülke çapında faaliyet göstermek üzere bir OMBUDSMAN Sistemi kurulması olduğunu anlayıp gereğini yerine getiriniz.

  1. Sebep-sonuç ilişkisi kurmasını öğretmeksizin, ezber, ad belletme ve benzeri yöntemlerle, kafasında, çeşitli akıldışı akımların (ırkçı, dinci, ayrılıkçı gibi) yeşermesine uygun bir vakum yarattığımız insan tipi yetiştirmekten başka bir işe yaramayan eğitim düzenimizi tamamen yeniden kurmanın zorunluğunu idrak ediniz.

Yaşamın gerektirdiği bilgi ve becerilerle donanmamış insanlarımızın, akıldışı her türlü akım için ideal birer malzeme oluşturduğunu anlayınız.

Parlamentoya,

Bu ülkeyi merkezden yönetme sevdasından vazgeçip Yerel Yönetim Reformu yasasını çıkarın.

Bu önlemler, Türkiye’nin sorunları üzerinde çalışmaya başlayabilmek için gereken acil önlemlerdir ve mutlaka Ekonomik Önlemler Bildirgesi’ndeki önlemlerle b i r l i k t e uygulanmalıdır.

Bu yolla iç barışı sağlanıp, ekonomik atmosferi “az kirli” hale getirilebilecek ülkemizde, bir yandan da bir “Yeniden Yapılanma yasası” (American Perestroika Act önerileri vardır). Eğer bu topraklarda varlığımızı sürdürmek istiyorsak !

Salı, 19 Nisan 1994

Yorum Gönder