HER ÖRGÜTLENME KENDİ ETİK KURALLARINI OLUŞTURMALIDIR!

Demokrasinin, belirli amaçları gerçekleştirmek üzere örgütlenmiş bir toplum temeli üzerinde yapılandırılabilecek bir toplu yaşama biçimi olduğu, devlet örgütünün ise ancak bu tasarımın önündeki engelleri kaldırmakla görevli ve de yetkili olduğu, artık yavaş yavaş anlaşılıyor.

Toplu yaşam kültürümüze taban tabana zıt olan bu anlayış, başı ağrıdığında bunu gidermeyi devletin görevi sayan bir toplum ve de buna pek uygun olarak vatandaşların başlarının ne zaman ağrıması gerektiğini belirlemeye kendini görevli ve yetkili sayan bir devlet anlayışı ile uyuşmasa da, zaman her şeyi değiştiriyor.

Bir toplum kesiminin örgütlenmesi ne demektir? Bir kesim bir dernek kursa, aidat toplasa, dernek lokali işletse, bir bülten yayımlasa, düzenli toplantılarına ünlü konuşmacılar bulsa, dernek adını iyice duyursa, üyelerinin sorunlarına elden geldiğince yakın ilgi gösterse ve buna benzer faaliyetlerle yoğun olarak çalışsa, acaba bu kesim “örgütlenmiş” sayılmalı mıdır?

Sözel anlamda evet. Üyeler arasında nasıl olursa olsun bir “örgü” oluşturulduğunda bir örgütün varlığından söz edilebilir. Ama bu, demokrasinin temelini oluşturacağı öngörülen, üzerinde başka yapıların yükselmesi istenilen bir örgüt değildir. Çünkü oluşturulan “örgü” sıradandır, benzerleri ya da alternatifleri çoktur. Örneğin, çoğu kuruluşun kendine amaç edinmiş olduğu “toplanacak bir yere sahip olmak”, böylesine sıradan bir örgüdür. Herhangi bir klüp ya da lokanta bu işi görebilir.

Bir örgütün varlığından söz edebilmek için bir “misyon” tanımlanmış olmalıdır. Bu misyon, bir ilacın aktif maddesi gibidir. Dışı, görünüşü ve tadı hoş bir kabukla çevrilmelidir. Bir örgütün misyonu da benzer biçimde, bazı destek faaliyetleriyle çevrilebilir. Sosyal faaliyetler, lokal işletimi, bülten yayımlama gibi işler bunlardır.

Sıradan bir birlikteliği bir örgütten ayıran birinci özellik onun misyonu ise, ikincisi onun ilkeleridir. İlkeler, o misyonun gerçekleştirilebileceği çok sayıdaki güzergahtan belirli bir tanesini tanımlar.

Toplumdaki gelir dağılımı dengesizliğini azaltmayı kendisine misyon edinmiş iki örgütten birisi ilke olarak, “zenginden çalıp fakire dağıtmak” güzergahını seçerken, diğeri bunu, “fakirlerin de zengin olacak şekilde üretim yapmalarını özendirmek” yoluyla yapmayı benimseyebilir. İlkeler, bir örgütün etik kurallarıdır.

Belirli meslek mensuplarının bir araya gelerek oluşturdukları örgütler ülkemizdeki örgütlerin çoğunluğunu oluştururlar. Ama büyük bir çoğunluğu, iyi bir misyon tanımına sahip olmadığı gibi, üyelerinin uyması gereken etik kuralları da belirlememişlerdir.

Bu yüzden de örgütler içinde, o örgütlerin imkanlarını kullanan, ama ilkelerine -ki yazılı olmamakla birlikte vardır- katiyen uymayan kişiler bulunabilirler. Demokrasinin doğasına tamamen ters olarak, bu tür üyelerinin uygunsuz davranışlarının önlenmesini devletten bekleyen bu örgütlerin başarı şansı sıfırdır.

Bir meslek örgütünün ilk belirlemesi gereken “misyonu” ise, ikinci belirlemesi gereken “etik kuralları”dır.

Bir kesimde birden fazla sayıda örgüt varsa, her biri kendi ilkelerini ayrı ayrı benimseyip ilan edebilir. Zamanla, kamuoyu nezdinde geçerli olan ilkeler ortaya çıkar, bunlara sahip örgütlerin etkinliği de kendiliğinden ortaya çıkmış olur.

Bu yaklaşım yalnız meslek örgütleri için değil, kendisini kötü uygulamalara karşı korumak isteyen her kesim için geçerlidir. Sokaklara tükürmeyen bir grup şehirli, tükürenlerden kendilerini ayırmak için birkaç etik kural koyar ve bunu duyururlar. Eğer kamuoyunda tükürmeye karşı bir duyarlık çekirdeği varsa, bir süre sonra bu örgütlenme etkinlik kazanır. Aksi halde kamuoyu o örgütlenmenin içine “tükürür” -ki bunda yanlış bir yan olmayıp her toplum layık olduğu biçimde yaşar-.

İyi hizmet üreten okullar, ticaret kuruluşları, marangozlar, taksi şoförleri, politikacılar, sanayiciler, akademisyenler, medya mensupları, kendi etik kurallarını belirleyip ilan ederler. Gerisi, kamuoyunun, bu ilan edilen kurallara ne denli duyarlı olduğudur.

İşte demokrasi, bunlara duyarlı toplumların layık oldukları toplu yaşama biçiminin adıdır.

Meslek kuruluşlarımız başta olmak üzere her türlü örgütlenme, kendi etik kurallarını belirlemek ve kamuoyuna ilan etmekle yükümlüdür. Alışılmış yol olan “yakınmak ve oturmak” ise geleneğimizdir, ama terkedilmelidir!

Pazar, 24 Kasım 1996

Yorum Gönder