DURUP DURURKEN NİÇİN TOPARLANILSIN?

Erzincan Valisi Sayın Recep Yazıcıoğlu’nun valiler toplantısındaki konuşmasını dinleyen ya da okuyanlar, yıllardır halkımızın -önemli bir bölümünün- siyaseti nasıl görüp kullandığına, deneyimli bir bürokratın ağzından çarpıcı biçimde şahit oldular.

Valiye, “siyasi partinin il başkanı gelsin sorumluluk alsın, tayinlerin altına birlikte imza atalım” dedirtecek kadar siyaseti vıcıklaştıran insanımız, bir yandan da yolsuzluktan, hırsızlıktan şikayet ediyor.

Vali Yazıcıoğlu’nun konuşmasından çıkarılabilecek çeşitli dersler bulunabilir. Bir tanesi, bir bürokratın da medeni cesaret sahibi olması gerektiğini göstermesidir. Vali hakkında, izinsiz beyanat vesaire gibi bir gerekçeyle soruşturma açılabilir. Bu noktada, kendini aydın olarak tanımlayan herkese düşen görev, İç İşleri Bakanlığına bir yolla erişerek “Yazıcıoğlu’nun gerçekleri dile getirişini desteklediğini” ifade etmesi, bunu bir zincir biçiminde tüm dostlarından istemesi ve sinerjinin gücünü göstermesidir.

Çıkarılabilecek ikinci sonuç, toplumun hemen her kesiminde yüksek seslerle dile getirilmeye başlanan “artık derlenip toparlanalım, silkinip kendimize gelelim” safsatasının nasıl bir afyon olduğudur.

Her ne hikmetse insanların çoğunda, “birşeyler bozulur bozulur, ama sonsuza kadar böyle gidemeyeceğine göre sonra da düzelir” gibi bir inanç vardır.

“Dibe vurup tekrar yukarı çıkmak”, “denizler dalgalanmadan durulmaz” gibisinden metaforların Türkiye’yi de bu bataktan çekip çıkaracağı, vaziyetin o kadar da kötü olmadığı, pıtrak gibi yapılan fabrika inşaatlarının kalkınmamızın işareti olduğu, pırıl pırıl insanlarımızın cep telefonlarıyla çağdaş teknolojiyi yakaladığını (bu yakalamak deyimine de bayılıyorum) kanıt olarak gösterirler.

Aydınımız kendisine başarım ölçütleri koymalı ve bunların en üst sırasına da, “bilim, teknoloji, sanat, ahlak ve sosyal alanlardaki insanlık birikimine ne kadar katkıda bulunulduğu”nu yerleştirmelidir.

Cep telefonu, bilgisayar ya da diğer teknolojileri almak, satmak, adlarını, jargonlarını ağzını çarpıtarak tekrarlamak çağdaşlık değildir. Çağdaşlık, bu alanlara bir katkıda bulunabilmektir.

Dibe vurup çıkamayan insan topluluklarının -onlara toplum denilmemesi lazım- tarihlerine bakanlar, derlenip toparlanmanın otomatik bir süreç olmadığını, bozulmaya yol açmış ve açmakta olan unsurlara söverek ya da onlardan medet umarak bozulmanın durdurulamayacağını kolayca görürler.

Derlenip toparlanma, yapılması gerekip de o ana kadar yapılmayan bazı şeylerin, onları yapmayanlar eliyle değil, oturup konuşmaktan başka bir şeyler yapmayanlarca yapılmasıyla olabilir. İşte burada, kendini aydın olarak tanımlayanların görev tanımı ortaya çıkmaktadır: aydınımız, bu kadar çeşitli sorunun nasıl ortaya çıktığının kimyasını (ben buna Sorun Kimyası diyorum) anlamaya çalışmalıdır. Bunu yaparken de, eğitim sistemimizin olumsuz ürünleri olan kuşkusuzluk, çabuk yargı, aklına geleni doğru ve tek doğru sanmak, ünvanın akıl yarattığını sanmak gibi tuzaklardan kendini kurtarmalıdır.

Bu yeni bakış açısı altında yanıtlaması gereken soru, “acaba, hangi kök sorunlarımız aralarında birleşerek değişik görüntülü bunca çeşitli sorunu üretiyor?” sorusudur.

Bu bakışın eylem boyutu ise, kullanageldiğimiz eylem yöntemi olan, “yetkililere yakınmak, bizim adımıza sorunlarımı çözmelerini istemek” yolunun çıkmaz sokak olduğunu, demokrasilerde böyle bir şeyin olamayacağını anlamaktır.

İhale yöntemiyle sorunlarını çözdürmeyi ve başı dinç olarak yaşayabilmeyi becerebilmiş topluluklar, yalnızca kendilerini ağalarına teslim etmiş olan köylülerdir.

Demokrasiye meraklı olanlar, kendi sorunlarına sahip çıkma becerisini kazanabilmiş olmalıdır. Onlar, yetkililerden sorunlarının çözümlerini beklemezler, hatta çözüm telkin edilmesine dahi tahammül edemezler. Yetkilendirdikleri kişilerden beklentileri, verdikleri yetkilerin birer engel olarak önlerine çıkarılmaması ve bir de talimatlarına göre kurallar koymalarıdır.

Toplumumuzda siyasi partilerin övüne övüne “biz sizin sorunlarınızı çözeriz, bizi yetkilendirin” istekleri kadar, vatandaşlarımızın da “fişmanca lider bizim sorunlarımızı bizim adımıza çözecek kişidir” beklentileri, adını ağzımızdan düşürmediğimiz demokrasiden ne denli uzaklarda bulunduğumuzu göstermektedir.

Ülke sorunlarına sahip çıkmayı ihale etmekten vazgeçip, bunun arkasına biraz cesaretini, biraz parasını, biraz aklını koymak isteyen insanlarımız, artık bu “derlenip toparlanalım”, “siyasetçiler bizi kurtarsın”, “ordu duruma el koysun”, “filanca kişi ağırlığını koysun” safsatalarını bir kenara bırakıp, somut sinerji bağları yaratmayı denemeye başlamalıdırlar.

“Deneme”dir, çünkü bu bir teknolojidir ve bu sosyal teknolojiyi bir başka yerlerden satın almak mümkün değildir. Daha genelleyerek bunu bir “derlenip toparlanma stratejisi” olarak ortaya koymak gerekirse, “sorunları doğru tanımlama ve çözmek için sosyal teknolojiler geliştirmek yolunda sinerjik bağlar kurmak” denilebilir.

“Siyasi istikrar olsun”, “güçlü hükümetler kurulsun”, “siyasetçiler aklını başına devşirsin” gibi temennilerin sadece zaman kaybına neden olduğunu artık görebilmeliyiz.

Hangi projelerden işe girişileceği, bu tür deneyimler edinmemiş insanların bunları nasıl yapacağı, sorumsuz aydın türünün moral bozucu etkileri, bozulan ahlak, acil müdahale istemlerinin doğru yaklaşımları geciktirici etkileri, çaba harcamamış insanların kolaycılıkları gibi onlarca güçlük vardır.

Ama aydın olmak, bütün bunları biraz güler yüzle, biraz da aşılacak birer meydan okuma gibi görebilmesi değil midir? Niçin varız?

Yorum Gönder