ASIL TEHLİKE !

Başta medya olmak üzere bir kısım politikacılar bir süredir, “tehlike geliyor” ya da “bana oy vermezseniz sizi öcü kapar” uyarısında bulunarak toplumu olası bir tehlike konusunda önbilgilendiriyorlar.

Teokratik devlet yandaşı bir diğer bölüm politikacı ise pastayı kendi dışındaki bir partiye kaptırmak istemediği için, “bunlar solcu”, “bunların düzeninin gerçek islami düzenle ilgisi yok” diyerek şecaat arzediyor. Demek ki sorun, vaadedilen düzenin “tam” islami olmamasıymış, yoksa bir problem olmayacakmış.

Bir gönüllü kuruluşumuz ise mankenleri derneklerine üye yaparak yaklaşan tehlikeye karşı önlem alıyorlar.

PKK tehlikesine karşı önlem olacağı düşünülen ayyıldız rozetlerin, bu tehlikeye karşı da etkili olacağını düşünen mankenlerimiz bu takılarıyla poz verip düşüncelerini dile getiriyorlar.

Bir de toplumu panikten korumak isteyenler var: “korkmayın bişey olmaz, elhamdülillah laik devletimiz tehlikelere karşı güçlüdür” gibi..

Bir kısım vatandaşımız ise, seçimlerden hemen önceki kamuoyu yoklamalarında hangi parti güçlüyse ona yüklenerek tehlikeyi önlemeyi planlıyorlar.

Bir kısım aydınımızın önlemi ise daha değişik.. Onlar, hoşgörü tavrı içinde tüm eğilimlere yer olduğunu ve bir şeylerden korkmamak gerektiğini, kimsenin laik düşüncelileri kesmek gibi bir düşüncesinin olmadığını savunuyorlar.

Eh, bir tehlikeye karşı bu denli yoğun önlemler alınmışsa artık hepimiz rahat edebiliriz demektir.

Türk milletinin zeki olmadığını iddia eden bir yazara doğrusu ben de pek güceniyor, bir toplumun bütününü böylesine mahkum etmenin enazından akıldışı bir genelleme ve haksızlık olduğunu düşünüyordum, hala da biraz böyle düşünüyorum.

Ama, bir olguya bu denli bir birliktelikle yanlış tanı koymak, bu akıldışı iddiayı ortaya atana pirim kazandırmıyor mu?

Yukarıda bazı örneklerini verdiğim önlemler (!), gerçekte varolan ve fakat dile getirilmeyen, dile getirilmek bir yana farkına dahi varılmayan bir “gerçek tehlike”yi daha da gizlemekten, hedefi saptırarak vakit kaybettirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Acı gerçek maalesef budur !

Evet, bir büyük tehlike vardır ve uzun yıllardır adım adım içine yürünmüş ve hala tehlikenin kendisiyle değil, aynen zincire vurulup ışığa bakması önlenmiş insanlar gibi, önlerindeki duvara yansıyan görüntülerinden birisi ile uğraşılmaktadır.

Diğer bazı görüntüler; gelişmiş toplumlara nimet olurken bize ölümcül bir külfet olan trafik’tir; bir kısım insanımızın sebepsiz yere diğerlerini terör yoluyla katletmesidir; havanın içinde milyon yıldır bulunan oksijeni yok etmemizdir; bütçesinin hepsini memurlarına maaş diye verip yine de yetiremeyeşimizdir ve bunlara benzer, “görüntüsü değişik ama kökleri aynı” belalardır.

İşte bu köklerden başlıcası, toplumumuzun akılcılık yerine akıldışılığı rehber (mürşit) edinmiş oluşudur.

Atatürk’ün, önemsiz ayrıntı sayılabilecek tüm yönleriyle uğraşa uğraşa 56 yıl geçirmiş bulunan toplumumuz, örneğin o’nun “en hakiki mürşit ilimdir, fendir…” diye başlayan ünlü sözündeki “en hakiki” nin, bir Türkçe bozukluğu mu yoksa özellikle vurgulanmak istenen birşeylerin mi olduğunu hiç merak etmemiştir.

Ata’nın, ulusumuza en değerli öğretisi, çeşitli sorunlar karşısında gereksinim duyulabilecek yol göstericilerden bazılarının hakiki; onlar içinde de bir tanesinin en hakiki olduğu ve onun da bilim yani katıksız akılcılık olduğudur.

İlkokuldan üniversiteye kadar çocuk ve gençlerimize öğretmeye çabaladığımız ağızdan dolma bilgiler içinde, öğretmekten neredeyse bilinçle kaçtığımız tek istisna “doğru soru sorma becerisi” yani akılcılık’tır.

Bir sorun karşısında, ona yol açan nedenleri belirlemeyi ve sonra da o nedenleri tek tek gidermeyi bir türlü öğrenememiş olan eğitimli (!) insanlarımız, daima birilerinin yardımını, tavassutunu ya da torpilini dilenmeyi adet edinmiş, hep sığınacak babalar, abiler ve bacılar aramış ve de bulmuşlardır.

Dinci, ırkçı, bölücü ya da diğer türden, ama hepsi birden akıldışılık ürünleri olan akımların kaynağının, işe yarar bilgi-beceriye, bilimsel şüphecilik anlamında meraka ve soru sormaya kapalı bir eğitim-aile-çevre üçgeni olduğunu artık görebilmeliyiz.

Bütün bu akıldışı ürünler, işe yarar bilgi-beceri, merak ve soru sorma becerisi eksikliğinden doğan bir v a k u m içinde üremektedir. İnsanlar, çeşitli ihtiyaçlarını karşılayabilmek için sahip olmaları gereken bilgi-beceri ve merak ile donanmadıkları zaman ihtiyaçlarından vazgeçmemekte, bu defa onları giderebilecek alternatifler aramakta ve mutlaka da bulmaktadırlar.

Bu alternatifler çeşitlidir. Ama hepsinin ortak yanı, gerçek bilgi-beceriye ve bilimsel anlamdaki meraka kapalı olmasıdır. Bu, tanımları gereği böyledir.

Buradan görüleceği gibi kaynaktaki sorun, çeşitli akıldışılıklara kendisini kaptırmış insanlar ya da onların kurdukları örgütler değil, bu vakum’un doğmuş olmasıdır. Nitekim, medyada hergün birlikte olduğumuz cinci, falcı, büyücü gibi akıldışı uğraş sahiplerine, gariban fanatiklerden çok çağdaş görünümlü (!) insanların düşkünlüğü bunu göstermektedir.

Sorun’un daha da vahim yanı, sorun yerine onun görüntüleriyle uğraşılması olup, bu da yine akıldışılığın dışavurumlarından birisidir. Böylece sorun giderek ağırlaşmakta, akıldışılık giderek kurumsallaşmaktadır.

Bu hastalığın nasıl tedavi edilebileceği ayrı bir konudur. Ama ondan çok daha önemlisi, fanatizmin köklerini karasakallarda, kımızda ya da dağlardaki teröristlerde değil, yetiştirdiğimizi sandığımız sözümona çağdaş insan tipinde aramaya başlamaktır.

Yorum Gönder