TEKNOLOJİ “CEHALETİ”

TEKNOLOJİ “CEHALETİ”

Toplumumuzun kavram dağarcığına girmemiş kavramları yabancı dillerden aktarınca bir tuhaf oluyor.

“Kapı”, “pencere”, “yemek”, “içmek”, “anlamak” gibi sözcüklerin yabancı dil karşılıklarını kullanma merakına yakalanmış bir kişi sanılmak tehlikesi insanı çok utandırıyor.

“Cehalet” sözcüğü, gelişmiş ülke dillerinde sık kullanılan, ama dilimizden biraz daha farklı anlamda kullanılan bir sözcüktür.

Karşınızdakine “cahil” demeniz, yerine göre tazminat ödemeniz ya da kafanızın kırılmasıyla sonuçlanabilir.

Ama yabancıların bu sözcüğe yükledikleri anlam, bu “kullanımı riskli” anlamdan daha farklıdır.

Illeteracy” sözcüğü daha çok, bir konuya yabancılık anlamında kullanılıyor. Örneğin, diplomalı- ünvanlı insanların, bir işe yarar bilgiye sahip olmayışına “işlevsel cehalet” (functional illeteracy) deniliyor.

A.B.D.’de kolej mezunlarının yarıya yakınının işlevsel cahil olduğu, bunların, okuma-yazma, basit aritmetik işlem becerilerinin bulunmadığı belirtiliyor.

Bu durum ülkemiz için daha farklı olup, üniversite mezunları arasında bu becerilere sahip olanlar bulunmaktadır.

Bu sözcük çeşitli alan adlarıyla birlikte kullanılmakta ve o alandaki yetersiz bilgi ve/ya beceriyi anlatmaktadır. “Bilgisayar Cehaleti”, “Spor Cehaleti” gibi.

Ülkemiz için önemli sayılması gereken cehalet türleri arasında “teknoloji cehaleti” önemli bir yer tutmaktadır. Bir benzin veya elektrik motorunun kabaca nasıl işlediğini, bir bilgisayarın neyi, nasıl saydığını, bir robotun kaşlı gözlü makine-adam (veya hanım) olmadığını, araştırma-geliştirmenin rekabet dünyasındaki önemini bilmeyen bir insan, günümüz Türkiye’sinde bulunmamalıdır.

Ama bu insanlar, toplumu yöneten ve/ya yönlendirenler içinde hiç olmamalıdır. Ama bu vardır.

Bunun önemli bir nedeni, lise sistemimizdeki bir anlayış çarpıklığıdır. Liselerde belli bir sınıfa gelenler fen ve sosyal bilimlerdeki yeteneklerine göre ayrılmakta, fene ilgi duyanlar mühendislik ve benzeri dallara yönelmektedirler.

Bu grubun malzemesi taş, toprak, demir, su vs.dir. Yapabilecekleri yanlışların bedeli genellikle maddidir.

Sosyal bilimlere ilgi duyanların -ki aslında ayrım, fene ilgi duyup duymama anahtarına göredir ve bu ince fark çok ama çok önemlidir- fen ile ilişkileri derhal kesilmekte ve onlar hukuk, kamu yönetimi gibi alanlara yöneltilmektedir.

Büyük facia işte buradaki masum görünüşlü varsayımda yatmaktadır: “Hukuğun ve kamu yönetiminin matemetik ve fizikle ilgisi yoktur” varsayımı bir saatli bombadır.

Yaklaşık 5-6 yıl sonraya kurulmuş, daha ileri yıllarda tahribatı daha da artabilecek bir saatli bomba!

Çünkü bu formasyonla yetişen insanlar yıllar ilerledikçe üst mevkilere tırmanmakta ve mesela kaymakam ya da vali olabilmektedirler.

Sosyal bilim dallarını gereksiz gören bir mühendislik eğitimi nasıl ki “sosyal çevreyi dikkate alamayan insanlar” yetiştiriyorsa, fen eğitimini dışlamış bir sosyal alan mezunu da benzer şekilde Dünya’nın önemli bir boyutundan (teknoloji) habersiz ve hatta ona düşman kişiler olarak yetişebilmektedir.

Muğla-Bodrum’da, kendi imkanlarıyla bir araştırma denizaltısı inşa edildiğini gazeteler yazdılar.

Bu haberi okuyunca içim cız etti. Zavallı adam, yukarıda açıkladığım ikinci kategorideki yerel yöneticilerce nasıl hırpalanacağını bilseydi böyle bir işe kalkışır mıydı?

T.C. devleti tüm imkanlarıyla bu denizaltıyı tasarlayan ve inşa eden insan(lar)ı mutlaka cezalandıracaktır.

Nitekim cezalandırma süreci işlemeye başlamıştır. Denizaltının ne maksatla yapıldığının araştırılmasından başlayıp, onu kullanmak için sürücü ehliyetine sahip olunup olunmadığı ile devam eden ve denizaltının denize indirildiği yerin kıyı kanunu kapsamına girip girmediğini merak eden bir “cahil” ler ordusu adamın peşine düşmüşlerdir.

İnsanımız şu evrensel gerçeğin farkında değildir: Bir toplum ancak yeni ürünler, yeni düşünceler geliştiren insanları varsa varlığını sürdürüp yüceltebilir, yoksa bir aşiretten farkı kalmaz.

Bu denizaltıyı tasarlayan, yapan, yardımcı olan insanların önlerinde eğiliyor, onları saygı ile selamlıyorum.

Onların önlerine çıkan, kanunların insanlar için değil, insanların kanunlar için var olduğunu sananları ise kınıyor, bu insanlardan kurtulmamızı diliyorum.

“Teknolojik Cehaletlerini”, kanunların ne anlama geldiğini anlamaya çalışmadan, kendi insanını huzursuz ederek örtmeye çalışan yöneticilerin ise (kadın ya da erkek), Türkiye’nin gerçek birer talihsizliği olduğunu düşünüyorum.

Osmanlı imparatorluğunu duraklama devrine getiren, orada da tutunamayıp gerileme dönemine iten, onunla da yetinmeyip genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çeşitli mevzuatına icat, icatçılık, yenilikçilik gibi hayati kavramları caydırıcı hükümleri sokuşturan, böyle hükümlerin bulunmadığı hallerde ise yorum yaparak onları var kılan kafa, işte bu kafadır.

Çeşitli kamu dairelerine “müteşebbisler giremez” (zenciler ve köpekler giremez gibi) yazan kafa da aynı kafadır.

Elindeki tüm imkanları, inisiyatifinin tamamını kullanıp, şu ülkede bir çivi çakmaya çalışan insanları desteklemek yerine, yarım akıllarıyla bunları önlemeye çalışanlar geri kalmışlığımızın gerçek sorumlularıdırlar.

***

Yorum Gönder