Sorun Çözme Yeteneğimiz ve Kürt Sorunu (Nedir?)

q    Öz

 

1.düzey
ayrıntı

 

2.düzey
ayrıntı

Sorun Çözme Yeteneğimiz
ve Kürt Sorunu (Nedir?) 
(Rev 4)

q   
Bu yazının
başlığı çoğu kimseyi sinirlendirebilir. Öyle ya, üzerinde bunca
konuşulan, bunca insanın öldüğü bir sorunun ne olduğu sorulur mu?
Hiç sorun belli olmasa o kadar insan ölür mü? Bir sorunun olup
olmadığını değil -ki olduğu belli-, o sorunun ne olduğunu
soruyorum.

 

Soruna ait
çeşitli boyutları sayarak sorun tanımlanamaz.

 

Daha ileri gidip
şu da söylenebilir: Yalnız Kürt sorunu değil, başka birçok
sorunumuz da tanımlı değildir.

 

Örneğin, “eğitim
sorunu” denilen ve hergün üzerinde konuşulup tartışılan sorun
tanımlanmış mıdır; yoksa tanımı belli olmayan bir sorunu herkes
kendine göre tanımlayıp tartışmakta mıdır?

Benzer şekilde
“göç sorunu”, “trafik sorunu”, “gelir yetmezliği sorunu” ve birçok
sorun tanımlanmış değildir.

 

Sorun çözme
kültürümüz, sorunları tanımlayıp çözmeye değil, sorunların çeşitli
rahatsız edicilik boyutlarını sorunun kendisi gibi ele alıp onunla
boğuşmaya dayalıdır.

 

Buna Sorun Çözme
Kabiliyeti yetmezliği denilmesi iyi bir adlandırma olabilir.

q   
Sorun
nedir?

 

Bu soru
yanılıtıcı olabilir. Bir sorun’un ne olduğu ile o sorun’un
dışavurumlarının birbirinden tamamen farklı olduğunu herkes
bilir.  Ama?.

q   
?. sorun’un
ne olduğunu tanımlamak yerine, onun semptomlarını sıralamak çok
daha kolay ve de somut olduğu için çoğu zaman sorunu tanımlamak
yerine dışavurumlarından örnekler verilir.

 

Örneğin “trafik
sorunu”nu tanımlamak yerine, “her yıl bir savaştaki kadar insanın
ölümüne yol açan olaylar” tanımlaması çok daha doyurucu değil
midir

 

Doyurucudur da
kime göre?

 

Sokaktaki insan
uzun açıklamalardan, birbirine girift bağlantılı açıklamalardan
hoşlanmaz. Ona mutlaka beş
duyusundan en az birisine (mümkünse
dokunma duyusuna) hitap eden bir kanıt göstermek gerekir. “Aha bak,
kamyon sollamış o da otobüsün altına girmiş on kişi de gördüğün
gibi ölmüş!” kadar net bir açıklama idealdir.

q   
Ama sorunu
gerçekten anlamak isteyen kişiler için böylesine bir kanlı-canlı
örnek pek az şey ifade eder. Çünkü bu tür tanımlamalar insan sayısı
kadardır ve hepsi de alabildiğince özneldir.

 

Örneğin, Kürt
sorunu olarak dile getirilen ve “terör ve teröre destek olabilecek
eylemler”, “ayrılma tehdidi”, “iç savaş çıkarma tehdidi”, “dış
tehditle mücadele için tasarımlanan silahlı kuvvetlerimizin
işlevinin değişip kendi yurttaşlarının çoğunlukta olduğu bir
karışımla mücadele etmesi”, “çok sayıda yurttaşımızın ne kendi
dillerini ne de ana dillerini tam bilememeleri ve bunun yarattığı
kültürel sorunlar”, “her Kürt kökenlinin potansiyel ayrılıkçı
sayılma eğiliminin yarattığı haksızlığa uğramışlık psikolojisi”
gibi semptomların hiç birisi tek başına sorunu
tanımlayamıyor.

q   
Nitekim
medyadaki tartışmaların her birisinde ayrı argümanlar üzerinde
durularak yapılan Kürt sorunu tanımları da bu tanım kargaşasına
işaret ediyor. Bu durum net olarak şunu gösteriyor: İnanılması
güçtür ama Kürt sorunu tanımlanmış bir sorun değildir!

 

Bunun başlıca
doğal sonucu, soruna paydaş olanların her birisinin ayrı tanımlar
yapması ve o tanımlar uyarınca “önlemler” almasıdır. Yani basit
Türkçe ile karmaşa!

q   
Sorun
tanımlamak bir tekniği gerektirir!

 

Teknoloji
genellikle bu tür olgular için kullanılan bir sözcük değil; fiziki
nesneler ya da onlarla ilgili süreçler için
kullanılıyor
.

q   
Ama eğer,
örneğin kumu cama çevirme süreci için teknoloji kavramı
kullanılabiliyorsa, bir sorunu semptomlarından ayırarak
tanımlayabilme süreci için de kullanılmalıdır.

 

O halde
teknoloji transfer edelim gitsin (!)

Bir zamanlar
ünlü bir sanayicimiz, Türkiye’nin teknoloji üretmekteki zaafiyetine
karşı “parayı bastırır teknolojiyi alırsın” derdi. Kendisinin de
hazır bulunduğu bir konferansta, teknoloji transferinin futbolcu
transferine benzemediği, para vererek alınabilen teknolojinin ancak
rekabet gücü düşük teknolojiler olacağı, zaten böyle olmaması
halinde de teknoloji üreten ülkelerin bunu sürdüremeyeceği,
sürdürebilmeleri için kurnaz ama saf uluslara ihtiyaç olduğunu
anlatmıştım. Gerçi futbolcu transferlerinin de aynen böyle olduğu
sonradan anlaşıldı. Milyon dolarlık ayaklar, güneşli ve rahat bir
emeklilik ülkesine akın edip geliyorlar. Onları birer teknoloji
olarak transfer edenler ve -özellikle de- transferlerine aracılık
edenler  çok memnunlar; tek kusurları işe yaramamaları. Aynen
“para bastırılıp transfer edilen teknolojiler” gibi.

q   
Sorun
tanımlama olarak adlandırdığımız teknoloji aslında Sorun Çözme
Yeteneği
[1]
adı
verilebilecek daha üst ve bir dizi teknolojiden ibaret bir
kültürdür.

 

Kültür -kolay-
transfer edilebilir mi?

 

Farklı
kültürlere sahip insan toplulukları arasında kültür değişmeleri
olduğunu, bunun bazen iyiye bazen olumsuza doğru aktığını
biliyoruz
.

 

Aynı bir ulusun
içinde ya da farklı uluslar arasında çeşitli konularda kültürel
akımlar olabilmektedir. Bu akımların yön ve şiddetini, ardındaki
ekonomik itme gücü (ve onun da ardındaki güç türleri)
belirliyor.

q   
O halde, bir
toplum içinde birilerinin farkına varıp da “bizim bu kültüre (yani
yüksek sorun çözme yeteneği kültürüne) ihtiyacımız var” demesi bir
kültür akımının doğmasına yetmiyor.

q   
Nitekim,
Osmanlı İmparatorluğu ya da cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki bu
tür “kültür reformu” girişimlerinin genelde başarılı olamayışının
nedeni budur
[2].

q   
O halde,
yüksek sorun çözme yeteneği ihtiyacımızın yaygınlaşması zorunluğunu
bir an için kenara bırakıp, önemli bir sorunumuzu iyi
tanımlayabilmek için o kültürün bir tekniğini -ağızdan dolma tüfek
gibi- kullanmaktan başka bir çare kalmıyor.

 

Sorunu
tanımladıktan sonra nelerin
nasıl yapılacağı konusunda yine
yüksek sorun çözme yeteneği kültürüne ihtiyaç olacağının altını
çizmekte yarar var.

q   
Bir sorun
tanımlama tekniği: “İstendik ve istenmediklerin
netleştirilmesi”

q   
Genelde
sorunlarımıza, özelde ise Kürt sorununa bakıldığında görünen, talep
olarak ortaya koyulan argümanların -bilinçli ve/ya bilinçsizce-
buğulu ifadeleridir. Örneğin “dilini konuşabilmek” açık gibi
görünmesine karşın buğulu bir ifadedir.

 

İfadenin bir
ucu, “kendimi ifade etmem gereken yerlerde ana dilimi özgürce
kullanmak, bu amaçla da dilimi öğrenmek istiyorum” iken, diğer ucu
“devletin ana dilini benimsemiyorum” gibisinden bir net
başkaldırıya kadar uzanıyor.

 

Benzer şekilde
özerklik talebi de beyazdan siyaha kadar uzanabilecek bir
belirsizlik şerididir. Yerel yönetim bağlamında bilinen özerklik
tanımından, bir coğrafi bölgenin doğal kaynaklarının da özerk idare
tarafından tasarrufuna kadar uzanabilir.

q   
Diğer yandan,
“milletiyle bölünmez bütünlük” gibi bir deyim örneğin bir edebi
eserde anlamlı olabilirken, böylesi bir sorun çözme ortamında yine
herkesin kendi meşrebine göre anlam yüklemesine yol
açar.

q   
Bu ve benzeri
belirsizlikler, her niyet sahibinin, üzerine kendi niyetlerini
bindirebileceği birer taşıyıcı olduğu için iç ve dış kaynaklı
manipülasyonlara da son derece açıktır.

q   
İşte bu
durumda, taleplerin -gerekirse çok sayıda, basit ama net
ifadeli
[3]– “istendik ve
istenmedikler
e dönüştürülmesi bu buğulu ortamı
büyük ölçüde ortadan kaldırır.

q   
Sorunu
tanımlamayı kimler istemez?

q   
Cevap
kolaydır: Her kim ki bu buğulu ortam içinde, içine niyetlerini
gizleyebileceği ve de zamanı geldikçe yavaş yavaş -alıştıra
alıştıra- ortaya çıkaracağı ifadelerle taleplerini dile getiriyor
ya da o talep sahiplerini savunuyor ise onlar tabii ki bu taşıyıcı
ortamın netleşmesini istemezler.

 

Örneğin “siyasi
çözüm” olarak ifade edilen ama sahiplerinin israrla tanımlamaktan
çekinip, yuvarlak laf kalabalığı ile geçiştirdikleri “talep” bu
tanımlama isteksizliğine bir örnektir.

Yazılı ve görsel
medyada sık sık rastladığımız, buğulu talep ifadelerine bir de
böyle bakılmalıdır
.

q   
Bu durumda
Kürt sorunu nedir?

 

Bir soruna ait
şikayetleri, talepleri, semptomlarını alt alta sıralayıp, sonra da
bunları bağırarak tehditler eşliğinde dile getirerek sorun
tanımlanamaz.

 

Toplumumuzu
oluşturan çeşitli kesimler ve bireyler, Kürt Sorunu konusunda
birçok yakınma, talep ve çözüm önerisinden oluşan bir küme ile
karşı karşıyadırlar ama sorunun ne olduğunu ancak herkes kendi
kendine tanımlamaktadır.

q   
Ortaklaşa
tanımlanmamış bir sorun çözülebilir mi? Bu garip bir durumdur ama
Kürt sorunundaki durum tam olarak budur.

 

Hatta buradaki
“ortaklaşa” kavramının zımnen içerdiği “paydaşlar”ın kimler
oldukları dahi tam olarak belirlenmemiştir; sadece tahminler
vardır. “Bu Sevr’in yeni tür dayatmasıdır”, “kafamıza çuval
geçirenlerin niyetleridir”, “Şark meselesinin uzantısıdır”,
“İmralı’daki böyle istiyor” vb gibi.

q   
Peki sorun
nasıl tanımlanacak? Bir sorunu çözmenin onlarca yolu olabilir. Ama
çözememenin tek ortak nedeni, sourunun varlığının kabul
edilmeyişidir. Şu kabul edilmelidir ki, Kürt sorunu ile yatıp
kalkanlar dahi, en önemli sorunun, Kürt Sorunu’nun tanımlanmayışını
bir sorun -hem de en önemlisi- olarak görmemektedirler.

q   
İlk adım,
bunun tam anlaşılması olmalıdır. İşin en az yarısı budur. İkinci
adım, birilerinin -kimler olursa olsun- ortaya, adına Çalışma
Listesi denilebilecek (müsvedde, geçici) bir “istendik /
istenmedikler” listesi koymasıdır.

 

Tabii ki değer
iletişimi[4]
ilkesine uygun hazırlanmak kaydıyla.

 

İstendik ve
istenmedikler için geçerlik testi.. Listeye girecek her ifade,
ancak ve yalnız “bir” şeyi ifade etmeli ve herkesçe aynı
anlaşılabilmelidir. Bunun için çeşitli testler geliştirilebilir.
Paydaşların üzerinde anlaşabileceği bir test en doğrusudur; ama
örnek olması için şöyle birkaç test de önerilebilir: Rastgele 10
kişinin yaklaşık olarak aynı şeyi anlaması,

İstendik veya
istenmedik ifade için “bu niçin önemlidir?” sorusuna verilebilecek
cevap, temel insan haklarından birisi ile buluşmalı.

Doğrudan
buluşamadığı takdirde verilecek cevap için tekrar “bu niçin
önemlidir?” sorusu sorulmalı.

Bu çevrim üç
kere döndükten sonra hala bir temel insan hakkına net olarak
ulaşamamışsa listeden çıkarılmalı ya da -eğer israr ediliyorsa-
yeniden ve farklı biçimde ifade edilmeli.

q   
Listeyi
kimler hazırlayacak?  Bu listeyi kimin hazırlayacağı değil,
kimlerin ne katkılar yapacağı önemlidir. Soruna paydaş olabileceği
düşünülen kimler varsa (birey ya da kurum) katılarak listeye
eklemeler yapılması
özendirilmelidir.

 

Tekraren
belirtilmelidir ki, listeye ekleme yapmak isteyenler muhakkak
sorundan etkilenmeli ya da sorunu etkileyebilmeli, yani gerçekçi
bir temsil kabiliyeti olmalıdır.

Listedeki kimi
istendik / istenmediklere katılmayanlar da kendi tercihlerini
yazabilirler.

Böylece, bir
bölümü birbiriyle çelişen çok sayıda istendik / istenmedik içeren
bir liste ortaya çıkacaktır.

q   
Bu haliyle
doğrudan sorunun çözümünü sağlamaz ama iyi bir “ilk adım”dır.
Bundan sonraki adım eliminasyon adımıdır. Kritik adım
burasıdır.

q   
Elemeyi
yapacak paydaşlar (sorundan etkilenen ve sorunu etkileyenler)
üzerinde mutlak bir uzlaşı bulunmak zorundadır. Ayrıca bu uzlaşının
taktik nedenlerle ileri sürülen göstermelik bir uzlaşı olmaması,
tüm paydaşların bu konuda ikna olmaları gerekir.

 

Eleme adım adım
yapılır. Şöyle bir sırayla yapılacak bir eleme, sorun’un giderek
daha belirginleşmesine (yani tanımlı hale gelmesine)
götürecektir:

İşe yaramayacağı
(etkisizliği, önemsizliği vb) belli olanlar elenir,

Paydaşlardan
herhangi birisinin, temel değerleri ve ilkeleri nedeniyle kesin
olarak reddecekleri elenir,

q   
Bu iki
adımdan geri kalanlar, üzerinde çalışılarak gruplanmaya ve sorunu
tanımlayacak hale getirilmeye çalışılır.

q   
Böylece
tanımlanan sorun mutlaka çözülebilir mi? Çözülüp çözülmeyeceği
bilinemez, ama en azından sorun’un ne olduğu tam olarak belli
olur.
31 Mayıs
2009

31 Mayıs 2009

 

Yorum Gönder