• Süleymanoğlu – Pavarotti – Löw –Del Bosque – Lucesku – Yaşargil

    Değerli okurlar, zaman zaman, bu yazının konusuna uygun örnekler öğrendikçe yazıyı güncelliyorum. Sonuncusu yeni olmayabilir ama ben yeni öğrendim; onu da en sona ekledim:

    2014 Dünya Futbol Şampiyonası’nda Almanya’yı zafere götüren Joachim Löw, Adanaspor ve Fenerbahçe’de başarısız bulunup kovulmuştu.

    Bundan önce de Yeniköy Kasabı lakaplı Vicente Del Bosque Beşiktaş klübünden futbolu yeterince bilmediği gerekçesiyle kovulmuştu. (Bu futbol bilmeme gerekçesine doğrusu ben de katılıyorum. Özellikle Barcelona’yı her seyrettikten sonra bunların oynadıkları oyunun “futboldan başka bir şey” olduğunu düşünmüşümdür. Bu nedenle, bizim bildiğimiz anlamda futbolu bilmemek nedeniyle kovulan Löw, Del Bosque ve Lucesku’nun uyumsuzlukları anlaşılabilir bir şeydir.

    Aşağıda, 1990 yılında bu bağlamda yazdığım yazıyı 2014 itibariyle güncelledim. Dünya çapında değerleri dışladıkça, kısmetse 10 yıllık aralarla yazıyı güncelleyeceğim.

    <<Dünya halter şampiyonu Naim Süleymanoğlu, devam etmekte olduğu Gazi Üniversitesinde halter dersinden (bir başka dersten değil) sınıfta kalmış. Bir gazete haberi!

    Bir başka gazete haberi: Bundan 30 yıl kadar önce, ünlü tenor Pavarotti, misafir sanatçı olarak geldiği Türkiye’de, “yetersiz” bulunarak geri gönderilmiş.

    Bu ikisi de gazete haberi olup, çıkaracağım sonuçlar, haberlerin doğru olduğu varsayımına dayalıdır.

    Üçüncüsü ise gazete haberi değil. Yüzlerce kişinin (belki daha da fazla olabilir) ortak gözlem ve yargısı.

    1989 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Hintli orkestra şefi Zubin Mehta, yönettiği İtalyan senfoni orkestrasına çaldırdığı Türk Milli marşı ile, tüm salonu hayretler içinde bırakmış ve İstiklal Marşımızın bu denli etkili  de icra edilebileceğini göstermişti.

    Bu, birbirinden bağımsız görünümlü üç olay bir araya getirilebilir mi?

    Getirilmese iyi olur. Çünkü eğer birlikte yorumlanırsa can sıkıcı sonuçlar çıkar.

    İlk iki olaya konu olan ve mükemmelliğini Dünya’ya kanıtlamış  bulunan iki kişiye “yetersiz” damgası vurulabiliyorsa bunun olası açıklaması, bu değerlendirmeleri yapan kişi ya da kurumların evrensel ölçülerden  ve dolayısıyla mükemmellikten uzak olduğudur.

    Son örnek, Dünyaca ünlü beyin cerrahımız Gazi Yaşargil ile ilgili. Bir nöroşirürji cerrahı dostumdan geldiği gibi aşağıya alıyorum:

    Her ameliyatına Dunyanın dört bir yanından gelen 10 kisi (ameliyathane her ameliyata ancak bu kadar misafir nöroşirürjiyen kabul edebiliyordu ve bunun icin aylar önceden, kişisel değil, hastanenin başvurması gerekiyordu) TV ekranlarından izliyordu.

    Benim hastanem (Rotterdam Erasmus Universitesi) asistanlığımın üçüncü yılında bu 4 haftalik eğitime gönderdi. Yaşargil Hocayı izledikten sonra resmen aşağılık kompleksine kapıldım ve “benim böyle olmam mümkün değil, kendime baska ihtisas düşüneyim” dedim. Beni ABD’nin en ünlü  nöroşirürjiyenleri teselli ettiler ve kendilerinin de aynı duygu icinde olduklarını söylediler.

    Zurich Üniversite Hastanesinin en büyük geliri, Yasargil hoca’nın kliniğine gelen yabancı hastalardan sağlandı uzun yıllar boyunca.

    Yaş 65’e gelince yasa gereğince Yaşargil Hoca emekli oldu. Turkiye özlemi ile Türkiye’ye döndü.

    Ne oldu biliyor musunuz? YÖK Yaşargil Hocayı Turkiyede ihtisası olmadığı  için asistanlara uygulanan sınava sokmaya kalktı! Sınav heyeti icinde  benim AUTF’den de “hocalarımdan” vardı! Şu komplekse bakın!

    Bir yanda Dünya’nın saygı duyduğu, bir bilim adamına ASRIN Nöroşirürjiyeni unvanını oy çokluğu degil, oy birliği ile veriyor ve bizim “akademisyenlerimiz” bu yüce insanı “ihtisas” sınavına sokuyor!

    İnanır mısınız bu sınav yapıldı!

    Son olay 2016 yılında gençlerimizle ilgili. İyileşmeyen yaralar için yeni bir metot geliştiren liseli gençlerin projeleri TÜBİTAK tarafından yetersiz bulunarak reddedildi. Çocuklar ve öğretmenleri bundan yılmayıp uluslararası bir yarışmaya katıldılar ve birincilik ödülünü kazandılar.

    Bu takdirde tabii ki Pavarotti yetersiz, Süleymanoğlu da tembel olarak ölçülendirilecektir.

    Bütün bu olaylar farklı gibi görünmesine rağmen, varılabilecek sonuçlar açısından benzer niteliktedir. Başkalarını “yetersiz” olarak değerlendirenlerin kendilerinin yeterliğinin bir sınavıdır.

    Her bir olaya da konu olan kişi ve kurumlar, bu düşündürücü olayları kendi açılarından açıklamak için gerekçeler bulabilirler, bulmuşlardır bile.

    Ancak, onların neler söyleyecekleri önemli değildir.

    Onlar ve onlar gibiler birer “ümitsiz vaka”dırlar ve üzerlerinde vakit kaybetmeye değmez.

    Vakit harcanması gereken sorun, bu dehşet verici tablodan kendimizi nasıl kurtaracağımızdır. Bunun hiç de kolay olmadığı, biraz düşününce görülecektir.

    Kime anlatabilir, kimi inandırabilirsiniz ki herkesin saygı ile adını andığı bir kısım kurum ve kişi, geri kalmışlığımızın bizzat yakıtıdırlar.

    Kim inanır ki Türkiye’nin kurtuluşu, bu tür çağdışı kişi ve kurumların gerçek yüzlerinin herkesin görebileceği şekilde ortaya çıkmasındadır. Birbirinden otuzar yıl ara ile üstelik de birbirinden çok farklı alanlarda meydana gelmiş olaylar, bu açığa çıkma için katiyen yeterli değildir.

    Keşke mümkün olabilse de ünlü fizikçiler, ressamlar, devlet adamları, Türkiye’de sık sık  sınanıp yetersiz bulunup reddedilseler ve insanlarımız, “bu işte bir iş var. Yetersiz olanlar var, ama hangileri?” sorularını sormaya başlasınlar.

    “Katil Cümle” şeklinde nitelenen bazı cümleler var. Bunlardan birisi de “bizim şartlarımız farklıdır” şablonudur.

    Gerçekten inanıyorum ki bizim şartlarımız farklıdır. Ve o şartlar, Süleymanoğlu’nu da Pavarotti’yi de, Del Bosque’yi de, Löw’ü de ve Gazi Yaşargil’i de içinde barındıramaz. Nitekim yıllardır birçok Süleymanoğlu ve Pavarotti barınamadı.

    Çünkü o şartları yaratanlar, böyle mükemmelliklerden çok uzakta olan kişi ve kurumlardır ve o şartları büyük ölçüde  kendileri yaratmışlardır.

    Evet, bu işte bir iş var.

    Süleymanoğlu ve Pavarotti ve de Yaşargil bizim şartlarımıza uymuyorlar.

    Ama onları bu şekilde değerlendirenler de çağa uymuyorlar.

    Ya Süleymanoğlu ve Pavarotti’yi (ve onlar gibileri) içimizde barındıracağız ya da ötekileri.

    İkisine birden imkan yok.

    Milletimizin gözünü daha çok açacak olayların, daha sık olması dileğiyle.

    M.Tınaz Titiz (1990 Ocak)>>

    15 Temmuz 2014

    14 Temmuz 2016