• İslam’ın kurucu ilkeleri –herkesçe- bilinmeden din istismarı önlenebilir mi? (Rev 1)

    Kavramlar dünyasında somuttan (örn. elma) soyuta (örn. elmanın lezzeti) doğru gidildiğinde, ister istemez yorum farklılıkları da artıyor. Bu yaklaşıma göre en soyut kavramlar inanç alanında olduğuna göre, en dağınık yorum farkları da inanç alanında olacaktır. Öyleyse öyledir denilebilir ama bu yorum dağınıklığı bir şekil sorunundan öte sonuçlar yaratmaktadır. Bir an için, din değiştirmek isteyen bir Hristiyan, bir Musevi ya da daha iyisi, herhangi bir dine mensup olmayan bir kişi düşününüz. İslam dininin –ritüellerini, menkıbelerini vb değil de- temel ilkelerini öğrenmek istese ne yapacaktır? Sadece din konusunda değil, soyut kavramların çokça olduğu alanlarda bilgi sahibi olmak isteyen kişilerin bu ihtiyaçlarının giderilmesi için kullanılan araç “maksim[1]” adıyla biliniyor. Örneğin “bilim” kavramı da soyuttur ve kolay anlaşılabilmesi için maksimlere ihtiyaç vardır. (Bu konuda yapılmış bir çalışmada  6 ana başlık altında 16 maksim belirlenmiştir) Bu yapılmaksızın, soyut kavramlara dayalı bir alanda bilgi sahibi olmak isteyenleri, o alandaki yazılı kaynak ve söylemlerle başbaşa bırakıp yolunu bulmasını istemek de bir yoldur; ama, bu yolun yan ürünlerinin din istismarcıları olduğu gerçeğini de unutmamak kaydıyla. Bu iki seçeneğin dışında bir yol, o alana ait temel yol göstericileri (maksimler) ortaya koyup, gerisini bireysel yorumlamalara bırakmak olabilir. Bu durumdaki yorum farklılıklarının herhangi bir istismara yol açması beklenmez; çünkü istismar alanının çevresi maksimlerle çevrilmiş ve dışı yasak bölge olarak ilan edilmiştir.

    Mesele sadece istismar konusu da değildir!

    Bir örnekle açıklamak gerekirse “kurban” konusu ele alınabilir. Mevcut Türkçe çeviri ve tefsirleri içinde birkaç tanesi haricindekiler[2], “kurban”ı bir hayvanın kesilmesi şeklinde yorumluyor. Halbuki, bu konuda fikir beyan edebilecek kaynaklar “kurban” sözcüğünün en az 10 ayrı –ve çok farklı- anlamları olabileceğini, bir bölümünün “kesmek” fiili ile ilgili olmadığını, Allah’a yaklaşmak olarak anlamlandırılabileceğini ileri sürüyor. Bu basit örnek, maksimler konusunun sadece “yararlı” değil, aynı zamanda “zorunlu” da olduğunu gösteriyor.

    Önemli sorular!

    Yaklaşık 1400 yıl önceki Arap dilinin terminolojisiyle ifade edilmiş son derece soyut kavramları, bugünün Arapça bilgisinin Türkçe karşılıkları kullanılarak yapılan tefsirlere dayanarak bir dinin ilkeleri her birey tarafından tam anlaşılabilir mi? Ve Eğer anlaşılamaz ise, herkes –en iyi niyetlerle dahi olsa- bu dini kendi özel durumu ve ihtiyaçları bağlamında yorumlamaya girişmez mi? Bu girişim, dinin ticari, siyasi ve/ya ideolojik istismarı anlamına gelmez mi? Bu istismarın yaygınlık ve derinliği, nüfusun kalabalıklığı ve eğitilmişlik durumuna bağlı olarak nerelere kadar varabilir?

    Ne yapılmalı?

    Bir toplumun inanç dağılımının bir ucunda bir dine gereksinim duymayanlar, öbür ucunda ise yaşamına bütünüyle dini referansların yol göstermesini seçmiş olan bireyler olacağına göre, nüfusun önemli bir bölümünün, inandığı dinin kurucu ilkelerini (maksimler) referans noktaları olarak alması, bir yandan farklı düzeydeki inanç derinliklerine izin verse de olası istismarları büyük ölçüde ortadan kaldırabilecektir. Bu maksimlerin, Kuran’ın kesin yap / yapma’larını ifade edecek şekilde seçilmesi, geniş bir alan içindeki farklılıklara cevaz verecektir. Böylece, inanan-inanmayan gibi son derece yıkıcı bir bölünmüşlük yerine, aynı temel ilkeleri benimsemiş geniş halk kesimlerinin inanç dünyalarındaki farklılıklar söz konusu olabilecektir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: İslam’ın temel ilkeleri deyimiyle kastedilen, “İslam’ın şartları” ya da “iman’ın şartları” değildir. Bunlardan birincisi Müslüman sayılmanın koşullarını, ikincisi ise nelere iman edilmesi gerektiğini belirtir. Aranan, kendini Müslüman sayan bir kişiye, dini yaşamında ya da dinini yaşamasında yol göstermesi beklenen “temel” ilkelerdir.

    Maksimler nasıl belirlenmeli?

    Eğer yukarıdaki açıklamalar yönündeki bir biçimde belirlenmiş maksimler zaten varsa, mesele sadece bunların bilinir kılınmasından ibarettir. Eğer yok ise, Kuran’ın en güvenilir çevirisi, maksim olabilecek hükümleri vurgulanmış bir formatta yazılarak ortaya konulmalıdır. http://bit.ly/PhdrXn adresindeki yazım biçimi bu tür bir iş için uygun olabilir. Kuşkusuz bu arada atlanmaması gereken önemli bir nokta, çeşitli kesimlerin bunu bir bidat olarak nitelemeleri riskine karşı, bu alanın söz sahiplerinin konuyu sahiplenip gerekli aydınlatmayı yapmaları gereğidir. 12 Eylül 13 Perşembe



    [1] Maxim – Genel olarak, yaşam içinde rehber olarak kullanılmak üzere basit ve kolay hatırlanabilir bir kural. Maksimler genellikle halk ağzı veya basmakalıp olarak bir söylemin taşıdığı mesajlardır. Oxford Dictionary of Philosophy[1].
    [2] Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları No 86 ve R.İ.Eliaçık, Yaşayan Kuran, 2007
  • İstanbul trafik sorununa çözüm..(şakadır)

    Bir alan için üretilmiş bulunan bir teknolojinin bir başka alanda kullanımına teknoloji transferi deniliyor. Tıp alanı, bu tür transferlere en çok konu olan alanmış.

    Bu kavramdan yararlanarak, giderek karmaşıklaşan İstanbul trafiğine kesin çözüm olabilecek bir öneriyi dikkatlere getirmek istiyorum. Ama önce, bir başka alan için geliştirilmiş bir inovasyonu örnek verip, onu kullanarak trafik konusundaki önerimi açıklayacağım.

    Elektrik enerjisinin A.B.D.de evlerde ilk kullanılmaya başladığı yıllarda, voltajın ne olması gerektiğini uzun uzun tartışan uzmanlar 110 volt’un uygun bir değer olduğunda karar kıldılar. Ortalama insan bedeni için güvenli sınır 65 volt kadar olsa da, bu düzeydeki bir voltajın standart olarak benimsenmesinin, dağıtım hatlarını çok kalınlaştıracağı, dolayısıyla da ekonomik açıdan doğru olmayacağı nedenle, güvenli sınırın  pek de fazla üstünde olmayan 110 voltu benimsediler. Bütün elektrikli cihazlar bu standarda göre üretilmeye başlandı.

    A.B.D.den sonra Avrupa’da da yaygınlaşan elektrik enerjisinin voltajı ikinci defa tartışma konusu olunca, uzmanlar bir gerçeği fark ettiler: 110 volt, güvenli sınırın zaten %70 kadar üzerindeydi; buna göre 110 volt ile mesela 220 volt arasında öldürücülük açısından bir fark yoktu. Ayrıca, 110 voltluk telleri yalıtmak için kullanılan izolasyon 220 volt için de mükemmelen yeterliydi. Ama bir büyük avantaj, tellerin yarı yarıya incelmesiydi ki, bu bakır sarfiyatının, dolayısıyla da maliyetlerin önemli ölçüde azalması demekti.

    Bunun üzerine standart gerilim değeri olarak 220 volt benimsendi ve bugünlere kadar gelindi. Bu arada İstanbul’un birçok semtinde de ‘70li yıllara kadar 110 volt standart voltajdı; daha sonra hepsi 220ye çevrildi.

    Şimdi, bu konudaki deneyimin bir teknoloji transferi yapılarak İstanbul’un ve trafik sıkışıklığı olan dünyadaki tüm kalabalık şehirlerin trafik sorununun nasıl çözüleceğini açıklayabilirim. Şöyle ki:

    Şehir içi hız sınırı 50 km/s olsa da, bağlantı yolları için 70 km/s hız şu an için standart. Trafik denetimlerinde bu sınırın %10 kadar üstüne tolerans gösterildiğine göre 77 km/s fiili trafik akımındaki izin verilen sınırdır denilebilir. Şimdi bunun %17 artırılarak 90’a çıkarılması planlanıyor. Böylece, trafik akımında bu ölçüde bir ferahlık sağlanabilecek.

    Önerimin can alıcı noktası tam burada: Şu anda trafikte bulunan şehir içi yollarda, pizzacı motorları ve minibüslerden sonra en çok kullanılan hafriyat kamyonları ve TIR’ların hız kapasiteleri 180 km/s’ten az değildir. Bu araçlar ve taksiler ticari rekabetin en keskin olduğu araçlar olduğu için, yıpranma vs nedeniyle bu kapasitenin katiyetle altında olmayıp çoğu 200 km/s’in bile üzerindedir.

    Artacak hızla birlikte, bu hız içinde yaşamaya alışık olmayanlar nedeniyle –o da başlangıçta- bir miktar kazalarda artış olsa da, bir süre sonra geride kalanlarda biyolojik seçim nedeniyle uyum artacak ve kazalar önemsenemeyecek rakamlara inecektir. Daha dirençli bir nüfus yapısı, bu önerinin yan yararlarından sadece birisidir.

    Buna göre, bağlantı yollarındaki fiili standart hızın 77den 90a çıkarılması yerine 180e çıkarılması halinde, trafik akım hızında %134 gibi büyük bir rahatlama sağlanacaktır. Trafik polislerinin %10luk toleransları da eklenirse 200 km/s değerine erişilecektir. Bu rakam muhafazakar bir değer olup, azalacak nüfus da hesaba katılırsa ferahlık daha da artabilecektir.

    Bu fikrin doğrudan kendi aklımın ürünü olmadığının bilincindeyim. Bir kısım akademisyenlerin ilk fikir çekirdeğini geliştirdiklerini tahmin ediyorum. Fakat, elektrik alanından trafik alanına teknoloji transferi bana aittir.

    Bu öneri yürürlüğe girdikten ve ilk sonuçlar alındıktan sonra, birçok metropol yöneticisinin, İstanbul ekibini transfer etmek için sıraya gireceklerini tahmin etmek zor değildir. Her halde en büyük kazanç da bu olacaktır.

    Bu tür süreçlerde daima isimsiz kahramanlar olur. Ben naçizane olarak kendimi onlardan birisi sayıyorum ve işin onurunu önde gelenlere bırakıyorum. Ama içten içe bir buruk gurur da yaşamıyor değilim. Kendi aklımla çok yaşayayım e mi!

    4 Eylül 2013